21 Haziran 2016 Salı

Demokrasi Bir Ahlak İşidir -Parmak Basan Da Üç Üniversite Bitiren De Ahlaklı Olmalı Önce-

Demokrasi bir ahlak işidir

Mustafa ÇEVİK

Politikacılar zaman zaman bir diğerini siyasi etiğe uymamakla suçlarlar. Bu söylem farklı alanların farklı etik değerleri varmış gibi bir izlenim uyandırmaktadır zihinlerde. Ahlak'a ilişkin böyle çoğulcu bir anlayış beraberinde ahlaki göreliliği getirdiği için ahlakın evrenselliği doğrudan inkar edilmiş olmaktadır aynı zamanda. Peki ne olur ahlakın evrenselliğine inanılmaz ise? Yani benim ahlakım onun ahlakı gibi kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişen bir ahlak anlayışından söz etmenin ne zararı olabilir? Bunun etikteki karşılığı ahlaki görelilik ve daha ilerisi ahlaki anarşizmdir. Böyle çoğulcu ve göreli bir ahlak kuramı kabul edildiği zaman artık ahlaksızlık veya ahlaklılık diye bir durumdan da söz edemezsiniz. Bu yaklaşım teorik olarak ahlakı inkar ile eşdeğerdir. Böyle bir yaklaşımın günümüzde giderek yaygınlaşan ahlak anlayışı olduğunu üzülerek görmekteyiz. Bu durum insanın insanı iyiye çağıramadığı andır. Daha kötüsü ise iyiliğe çağırma gerekçesi bulamayışıdır. Işte göreli ahlak yaygınlaştığı zaman iyiye yapılan her çağrı 'kendi iyisini yapılan çağrı' olarak algılanacağı için artık insanı iyiye çağıramazsın. Demokrasi ve demokratik değerlere çağırabilmek için de bu değerlerin ahlakiliğine ve ayrıca evrensel bir ahlakın varlığına inanmak gerekir. Demokratik değerlerin aynı zamanda ahlaki değerler olduğuna inanıldığı zaman bu şu anlama gelir: Demokratik değerleri özümsemek ve yaşamak aynı zamanda ahlaklı olmaktır veya ahlaklı olmak demokratik değerleri benimsemeyi ve yaşamayı gerektirir. Eğer göreli bir ahlak kuramına inanıyorsak zaten demokratik değerlerin varlığına da ya inanmayız ya da onları lokal ve değişebilir değerler olarak görürüz. Böyle bir durumda demokratik tutum ve değerleri ancak ve ancak yasa ile ayakta tutabilirsiniz. Oysa demokratik değerler ve tutumlar biraz gönüllülük ve biraz da inanma ile ilgilidir. Peki nedir demokratik değerler? Bunlardan bazılarını saydıktan sonra bunların din ve dolayısıyla ahlak ile ilişkilerini konuşalım.

Demokrasinin en temel değerleri olarak adalet, eşitlik, özgürlük, yasalara saygı ve halkın egemenliğini sayabiliriz. Burada örneğin adalet veya adil olmak bir ahlak sorunu mudur yoksa yasal bir ödev midir? Biliyoruz ki adaletin önemine inanmayan biri adil olma endişesi zaten taşımaz. Görevi ne olursa olsun adaleti bir değer olarak görmemişse kişi ancak yasaların denetimine karşı adil davranma endişesi taşıyabilir. Oysa yasaların düzenleme yapmadığı bir çok alanda adalete ihtiyaç duyarız. Çünkü özel hayatımızda paylaşımların ve davranışlarıın adil olup olmadığı yaşamımızın akışını doğrudan etkiler.

Bir başka demokratik değer olan eşitlik, soyu, dini, rengi ne olursa olsun bütün insanların ekonomik, sosyal ve siyasal haklar bakımından eşit olduğuna inanmaktır. Aksi düşünülebilir mi? Veya her hangi bir dinin insanları rengine ve soyuna göre ayrıcalıklar tanıması makul görülebilir mi? Daha da önemlisi Mutlak İyi olan yaratıcının insanları yarattığı renge ve soy ailesine göre haklarını kısıtladığını hangi aklı başında insan tutarsız görmez. Mutlak Kadir olmasına rağmen insana isyan etme ve hatta inkar etme özgürlüğü vermişken insanların meşru özgürlüğünü yok saymak mümkün müdür? Hangi demokratik değeri düşünürsek düşünelim. Bunların kısıtlanmasını doğru bulan olsa bile kendileri bu kısıtlamanın muhatabı olduklarında yanlış olduğunu hemen kabul ederler.

Demokratik değerler aynı zamanda ahlaki değerlerdir. Ve evrenseldirler. Dünyanın her yerinde adil davranmamaya sesli veya sessiz bir karşı çıkış vardır. Dünyanın her yerinde yöneticilerin halk tarafından seçilmesi birinin atamasına tercih edilir. Dünyanın her yerinde hukuğun net ve herkesi bağlayan bir saygınlıkta olması istenen bir şeydir. Dolayısıyla demokratik değerlerin ahlak ile ilişkili olduğuna ve evrensel olduğuna karşı çıkmak bir anlamda ayrımcılığı, yasaların kişilerin konumuna göre şekillendirilmesini, insanların yasalar önünde eşitsizliğini olumlamaktan başka bir anlama gelmemektedir. Mesela kamu görevlerinin şeffaf dağıtımını değil de devlet otoritesini elinde bulunduranların yakınlarına dağıtılmasını isteyen bir insanın ahlaklılığından söz edebilir miyiz? Veya falan ırktan veya soydan olanların ayrıcalıklı olduğunu söylemenin ahlaki tarafı var mıdır? Dolayısıyla demokratik değerlerin ve tutumların aynı zamanda ahlaki tutumlar olduğu da söylenebilir.

Bunun aksini ileri süren tezlere düşünce özgürlüğü adına tabiki saygı duyulabilir. Ama bazen demokrasi ve insan haklarına din referans gösterilerek karşı çıkılmaktadır. Özellikle de AİHM'nin verdiği baş örtüsü gibi kimi siyasi kararların sonrasında gelişen anlayış Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yönelik değil de İnsan Hakları kuramına karşı bir duruşa dönüşmüştür. Hatta İsmet Özel insan haklarının bir emperyalizm aracı olduğunu söylemektedir. Bu tutum 1980'li yıllarda Batı karşıtı yapıların söylemiyken bu gün AB mevzuat uyum yasaları çerçevesinde yapılan her türlü demokratik iyileştirmeyi bile “iç işlerimize“ müdahale eden emperyalist girişim olarak yorumlayarak vatandaşa en temel hakları bile çok gören bir anlayışa dönüşmektedir. Görünüşte hamasi düşünceler içerdiği zemin bulmaktadır bu anlayış. Ama bir de şöyle bakılamaz mı? AİHM'nin siyası veya islamofobik kararları mahkemenin yanlışıdır insan hakları metninde yer alan kuralların değil. Bu bağlamda AİHM'ye yapılan eleştiri yine insan hakları kuramının üzerinden yapılan bir eleştiridir. Aldığı kararın yanlış olduğunu nasıl biliyoruz? Çünkü örtünme veya örtünmeme gibi kişinin kendi bedeni üzerindeki seçimin bir insan hakkı olduğuna inanıyoruz da söz konusu kararın yanlış olduğunu oradan söyleyebiliyoruz. AİHM'nin aldığı kararın insani ve demokratik değerlere aykırı olduğunu ifade etmenin yolu demokratik ve insani değerleri inkar etmek değil onları güçlendirmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taammüden Satanizm

   Şeytanın varlığı yanılgıyla başladı. Şeytanlığı da yanılgısında ısrar etmesindedir. Bilerek taammüden ve bilinçli bir şekilde hatada ısra...