23 Mart 2017 Perşembe

TÜRKİYE’DE BİR FELSEFE ÜNİVERSİTESİ KURULMALIDIR

TÜRKİYE’DE BİR FELSEFE ÜNİVERSİTESİ KURULMALIDIR
Mustafa ÇEVİK


Geçenlerde Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni'nde yaptığı konuşmada, "YÖK Başkanımız hazırlıkları yapsın" diyerek müzik üniversitesi kurulacağını söyledi.
Üniversite de orta öğretim de branşlaşma, mesleki alanda uzmanlaşma esasına göre yapılandırılması gerekir. Çünkü bütün liseleri ve bütün üniversiteleri ve üniversitelerin akademik birimlerini tek bir standart şekilde yapılandırmak totaliter ve son derece modernist bir yaklaşımdır.
Onun için üniversiteler branşlaşmaya gitmelidir. Akademik özgürlük ve özerklik de bunu gerektirir.
Bu bakımdan Müzik Üniversitesi düşüncesinin akademik camia tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
**
Ancak kanaatimce Müzik Üniversitesi’nden daha önemli olan bir Felsefe Üniversitesi’nin açılması gerektir. Her ne kadar Türkiye’de felsefenin imajı ile ilgili yanlış algılamalar var ise de bunun bir yanlış anlaşılma olduğu bilinen bir şeydir. Bu konudaki geniş malumat bizim “Felsefe Bayiliği” kitabımızda okunabilir.
F. Bacon’a mal edilen bir söz vardır: ''Az felsefe  dinsiz, derin felsefe dine götürür,” der. Felsefenin dinden uzaklaştırdığını veya din ile çatışmak zorunda olduğunu sananların, özellikle de Türkiye’de, çoğunlukla felsefeye dair bilgi eksikliğine sahip olduklarını belirtelim.
**
Felsefe Kalkınma ve Medeniyet için Kurucu Güç Olmuştur Tarihte
Felsefenin okutulduğu veya yaşandığı toplumlarda ve kültürlerde eleştirel düşünce gelişir. Bu kesin bir durumdur. Bu kesin durumla birlikte sosyal ve doğal bilimlerde gelişme kaçınılmadır.
Bilimin gelişim seyri bunu kuşkuya mahal vermeyecek kesinlikte kanıtlamaktadır. Öyle ki bunun için özel bir araştırmaya gerek bile yok.
Şöyle bakalım: Sümer-Babil medeniyetin yaşandığı yerde felsefi düşünce gelişmiş bilim de gelişmiştir. Orada bitince Mısır’da aynı şekilde felsefi düşünce gelişiyor bilim de gelişiyor. Bitince ikisi de bitmiş oluyor.
Mısır’dan Yunanlılara geçiyor. Orada da felsefi düşünce gelişiyor, bilim de gelişiyor. Oradan İslam dünyasına geçiyor felsefi düşünce gelişiyor bilim de gelişiyor. Öyle ki bu gün İslam dünyasından ismi sayılacak din alimleri ve deneysel bilim insanlarının tamamı neredeyse 13. Yüzyıl ve öncesine ait isimlerdir. İslami bilimlerin tamamı usul ve içerik olarak o dönemde gelişmiştir. Bu günkü İslam dünyası o bilimleri geliştirmeyi bırakın anlamakta zorlanıyorlar.
İslam dünyasında felsefe kesintiye uğrayınca Avrupa’ya geçmiştir. Felsefenin Avrupa’ya geçmesinden yaklaşık yüz yıl sonra bilim, sanayi, düşünce zirve olmuştur. Bu gün de ABD en iyi felsefe eğitimi verilen ülkedir ve bilim ve sanayinin anayurdu konumundadır. Bunlar tesadüf olamaz elbette.
Allah aklı insana kullansın diye vermiştir. Ancak aklı kullanmanın da yöntemi vardır. Bunun adı felsefedir. Felsefe hakikat peşine düşmektir, hakikati önemsemektir. Hakikat sevgisidir (philo-sophia).

Felsefe Üniversitesi Neye Yarayacak?
Bilindiği gibi her türlü doktora eğitiminin isimlendirmesi PhD şeklindedir. “Philosophy Doctorate/Philosophical Degree” ifadesinin açılımı olan PhD ile kast edilen hangi alanda Doktora unvanı almak o alanın temel paradigmasını masaya yatırma cesaretine ve yeterliğine sahip olmak anlamına gelmektedir. Yani örneğin kimya alanında doktora aldıysanız kimya alanının temel kabullerini tartışma cesareti ve felsefi düzeyini kendinizde bulmanız gerekiyor. Bilim insanı olmak budur.
Bu şekilde felsefe üniversitesi her alana lisans ve lisans üstü düzeyde eleştirel bakış açış ve cesareti kazandıracak akademik destek vermek üzere yapılandırılması gerekir. Felsefe bölümleri şeklinde değil her bölümün ilk iki yılında felsefi ve eleştirel düşünme yeteneğine dair dersler olmalı ve felsefe üniversitesinde yetişen akademisyenler bu dersleri vermelidir.
Felsefe bu şekilde ancak işlevsel kılınabilir. Ancak bu şekilde tarihsel seyrinde söz ettiğimiz gibi bilim ve medeniyetin kuruluşuna hizmet edebilir.
Bu üniversite bütün İslam dünyasına bu minval üzere eğitim ve bilim hizmeti vermek üzere yapılandırılmalıdır. Böylece hem İslam dünyasındaki halklar kültürel olarak yaklaşmak imkanı elde etmiş olur. Hem de Türkiye’den İslam dünyasına yayılmak üzere bir felsefi bilimsel anlayışın tohumları atılmış olur.
**
Liselerde Felsefe Dört Saat Oluyor
Geçtiğimiz yıllarda felsefe bölümleri ve felsefenin ilahiyat fakültelerindeki durumu çokça tartışma konusu edildi. YÖK ve MEB’e yönelik felsefe eğitimi üzerinden çokça eleştiri yapıldı.
Geçtiğimiz ay ders kitaplarının içeriklerine dair bir çalıştayda MEB ve Talim Terbiye Kurulu yöneticileriyle felsefenin insanlık ve Müslümanlık tarihindeki önemine dair sohbet etme imkanımız oldu. Gerek talim terbiye kurulunun değerli başkanı Alpaslan Durmuş beyin gerekse MEB yöneticilerinin bu konudaki samimi duyarlılıklarına şahsen tanık olduk.
Bu konuda yaptığımız düşünce alışverişinin sonuç verdiğini ve felsefe dersinin liselerde iki saat artırılarak dört saat zorunlu felsefe eğitiminin kabul edildiğini duydum.
Hem çocuklarımızın felsefe eğitimiyle tanışmaları, hem de eleştirel düşünce zemininde bir felsefe eğitiminin kurgulanmış olması ve bunda emeğimizin olması nedeniyle mutlu olduğumu belirtmek isterim.
Bu konudaki duyarlılıkları nedeniyle MEB ve TTKB’nın yönetimine şahsım adanı teşekkür etmek isterim. İnşallah hayırlı olur memleketimizin çocukları için.

@drmcevik

15 Mart 2017 Çarşamba

İSLAM DÜŞMANLIĞI BATI'NIN RESMİ GÖRÜŞÜDÜR ARTIK! - Mustafa Çevik

İslamiyet karşıtlığı, Batı’nın resmi görüşü!

Mustafa Çevik 16.03.2017


HOLLANDA ve Almanya'nın Derdi Ne?
Bu iki ülke neden muhalefete değil de AK Parti ve Hükümet'e yakın isimlerin ülkede seçmenle buluşmasını engelledi?
Bu ülkeler Türkiye'nin iç politikalarıyla neden bu kadar ilgililer?
Elbette belli şeyler zaten var…
Yükselen bir ekonomiye sahip Türkiye istemezler.
İsrail'e “oneminute” diyen bir Türkiye istemezler.
Askeri darbe girişimine direnmiş demokrasi bilincine sahip bir Türkiye istemezler.
Yerli askeri sanayisi, hava alanları, ekonomik istikrarını sağlamış bir Türkiye istemezler. Bunlar tamam. Ama durup dururken böyle bir tutum neden gelişti? Bunun altında yükselen “İslam düşmanlığı” ve ırkçılık vardır.
Şöyle düşünelim:
Almanya ve Hollanda başta olmak üzere Türkiye'nin bakanlarının seçmenleriyle buluşmalarının engellenmesinin sebebi söylendiği gibi referandumda taraf olmak mıdır?
Görünürdeki sebep bu olabilir, evet. Ama asıl sebep daha derin ve tehlikeli.
Çünkü onlar bilir ki bakanına posta koymak iç politikada tepkiye neden olur, kendi ülkesinde seçimi kazanma yolunda malzeme olabilir. Ama bu yaşananlar, “Evet” oylarının azalmasına değil artmasına neden olacaktır.
Bu engelleme ile AB'de yaşayan Türkiye seçmenine AK Parti'li bakan ve politikacıların mesajı ulaşmadı diyebilir miyiz?
Onur kırıcı ve uluslararası diplomatik nezakete aykırı bu tutum sadece seçmenin öfkesini kazanmaya yarar. Başka bir şey değil.
O halde.
Bu haddini aşan diplomasi garabetinin amacı nedir?
Aslında Hollanda'da ırkçı parti lideri Geert Wilders'in kamuoyu araştırmalarında yüksek çıkması nedeniyle Erdoğan üzerinden İslam ve yabancı düşmanlığı yapıldı.
Ayrılıkçı partinin yükselmesinin önünü kesmek için eskiden ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının aleyhinde propaganda yapılırdı, bugün ırkçılığın dümen suyuna gitme gereği duyuldu.
Başbakan Rutte, seçmene “Wilders'e gerek yok biz de yabancılara karşı sert politika geliştirebiliriz” mesajını vermeye çalışıyordu. Olay bundan ibaret aslında.
Artık AB ülkeleri İslam düşmanlığını ve ırkçılığı bir sosyal gerçeklik olarak kabul ediyorlar. Anti-Semitizme (Yahudi düşmanlığı) karşı var olan resmi ve toplumsal tepkiyi burada göremiyorsunuz.
Trump'ın ABD'sini de düşündüğümüzde yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslam karşıtlığının Batı dünyasının resmi görüşü olduğunu söyleyebiliriz. Sadece bir avuç erdemli insan bu ırkçılıkla mücadele etmeye çalışıyor.
Yabancı Düşmanlığı Irkçılığın Uzantısı Bir Hastalıktır…
Fransa, Belçika, Almanya ve Hollanda'da tırmanan bu yabancı düşmanlığının çağımız için anlamı şudur:
Artık genel anlamda Batı'da özelde ise Avrupa'da ırkçılık; İslam düşmanlığı veya yabancı düşmanlığı iç siyasette geçer akçe durumundadır. Tabi bu, Türkiye'de ve İslam dünyasında ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yok demek değildir. Bu bütün dünyada yükselen bir hastalıktır ne yazık ki.
Halkı mutlu etmek için politikacılar eğer ırkçı ve İslam düşmanlığı (islamofobik değil) yollara başvuruyor ise bu Avrupa kaynaklı insan hakları söyleminin sözde kaldığını veya boşa çıktığını göstermektedir. Bu Avrupa medeniyetinin Rönesans ve Aydınlanma sonrası oluşturduğu “seküler medeniyet”in iflası demektir.
Yabancı düşmanlığı yapan toplumlarda esas sorun “yabancı”nın kimliğidir. Yabancı düşmanlığı bir toplumda yerleşmiş ise bu sonu gelmez “mikro yabancı”ya kadar gider. Bu düşman ya öteki dinin mensuplarıdır ya başka ülkeden gelen göçmendir. Bazen kendi şehrine gelen gurbetçidir, bazen şehre sonradan gelen köylüdür, hatta bazen sonradan aileye katılan, kardeş, gelin vs.dir.
İslam dünyasındaki mezhepler, cemaatler ve etnik ayrımcılığın temelinde de bu hastalık vardır. Kendinden olmayanla parasını, toprağını ve hatta havayı bile paylaşmak istemez yabancı düşmanlığı hastalığına düçar olmuş kişiler.
Ötekinin varlığından rahatsız olan, kendini ötekinin yokluğu üzerinden temellendiren, bir süre sonra kendine de yabancılaşacaktır. Çünkü bu, insani değil uzlaşıya ve empatiye kapalı hayvansal bir bakış açısıdır. Bu insanın adalet duygusunu kaybettiği noktadır.
ÇEVİK, MUSTAFA. "God and Gender in Islam." Beytulhikme: An International Journal of Philosophy 3.2 (2013).

Taammüden Satanizm

   Şeytanın varlığı yanılgıyla başladı. Şeytanlığı da yanılgısında ısrar etmesindedir. Bilerek taammüden ve bilinçli bir şekilde hatada ısra...