1 Eylül 2017 Cuma

İSLAM’DA DİN ADAMI ZÜMRESİ VE EPİSTEMOLOJİK ŞİDDET--------------Mustafa Çevik


Mustafa Çevik

İSLAM’DA DİN ADAMI ZÜMRESİ VE EPİSTEMOLOJİK ŞİDDET

Mustafa Çevik


Çok tartışılan bir konudur bu İslam ve Ruhbanlık sınıfı. İslam dininde elbette Hıristiyanlık gibi bir “ruhban sınıfı yoktur.”
Bu saptama ile ne söylenmek isteniyor biraz açmakta yarar vardır. Sanırım bu saptamada vurgulanmak istenen şey İslami-dini bilgide vesayete yer yoktur düşüncesidir.
Yani hiçbir kişinin veya zümrenin din adına “bu böyledir” şeklinde son sözü söyleme yetkisi yoktur denilmek isteniyor.
Bu ikazın iki muhatabı vardır. Birincisi böyle bir vesayete kalkışanlara uyarıdır. İkincisi de böyle bir vesayete kalkışanlara itibar edenlere uyarıdır.
Peki İsevilikteki “ruhban sınıfı” vardır demek ne demektir ve nasıl bir işleve sahiptir? Bu sınıfın dindeki işlevine baktıktan sonra benzer bir anlayışın veya sınıfın bizde olup olmadığına bakmakta yarar vardır.
Hıristiyanlıkta ruhban sınıfın varlığı ve İslamiyette olmayışının temeli iki dinin vahiy anlayışındaki farktan ileri gelmektedir. Elbette inanıyoruz ki Hıristiyanlığın özünde de “ruhban sınıfı” yoktur. Ancak bu inşa edilmiştir. Sonradan dine sokulmuştur. Eğer Hıristiyanlığın da Allah tarafından gönderilen bir din olduğuna inanıyorsanız, ki Müslümanların temel inançlarından biridir, Allah kendisi ile kulu arasına kimseyi koymaz. Allah kendisine yönelen kişinin hangi dili konuştuğuna bakmadan anlayan, istediklerini ifade edemeyecek dil yeterliğine sahip olmayan kişilerin de kalbinden geçenleri anlayacak bir güçtedir.
Allah'ı anlamak, ona dua yoluyla arzularını iletmek için bir aracıya gerek yoktur.  Bunun için semavi kökenli dinlerin hiç birinde aslında “ruhban sınıfı” olamaz denilebilir rahatlıkla.
Eğer “ruhbanlık” ve “konsüller” bu gün var ise Hıristiyanlıkta, bu sonradan din içinde inşa edilmiş bir kurum veya zümredir.
Şimdi bunun vahiy anlayışından nasıl kaynaklandığını izah etmeye çalışayım. Hıristiyanlar Hz. İsa'ya melek aracılığıyla veya doğrudan bir vahiy gelmiştir o da kendine inananlara “tebliğ” etmiştir şeklinde bir vahiy anlayışı yoktur. Bu “sözlü vahiy” biz Müslümanların vahiy anlayışıdır. Hıristiyanlıkta Hz. İsa'nın yer yüzüne insan şeklinde inmiş yaratıcı olduğuna inanıldığı için onlarda bir tür “eylemsel vahiy” veya “olgusal vahiy” vardır demek mümkündür.
Sözlü vahiy” ile “eylemsel veya olgusal vahiy” farkının elbette yansımaları da farklı olmuştur tarih boyunca. Mesela bizde “peygambere iman” inancı gelişmiştir farklı olarak. Çünkü bizim için peygamber bir resuldür (elçi). Ve onun güvenilir olduğuna (emin) iman etmeden vahyin doğruluğuna iman etmiş olamazsın.
Ama Hıristiyanlıkta vahiy “İsa'nın kendisi” kabul edildiği için ondan sonra onun adına mesajı yayma, açıklama yetkisine sahip bir kesim olması gerekirdi. Çünkü ortada yazılı bir metin yoktu onlara göre. Olgusal veya eylemsel vahyin temsilcileri arınmış kişiler olması gerekirdi. Bunlar konuşurken hata yapmayan ve özel seçilmiş “azizler” idi. Bu azizlerin ruhu giderek bir din adına konuşan “ruhban sınıfını” oluşturdu.
İslam dininde ortada bir vahiy metni vardı ve o metni yorumlamak için temsil edilen bir özel sınıf yoktu. Ancak Şiiliğin “ehl-i beyt” yorumu böyle bir özel sınıfın varlığına işaret etmektedir. Bu anlayışta nasıl ki Allah ilahi mesajını insanlığa iletmek için özel bir elçi seçmiş ise, benzer şekilde o mesajı “doğru yorumlamak” için de bir “arınmış sınıfa” ihtiyaç vardır.
Şiiliğin epistemolojisinde ve dolayısıyla teolojisinde  bu yaklaşım hem metodoloji olarak hem de kaynak olarak büyük yer kaplamıştır. Neredeyse Şiiliğin bütün bir dini okuma ve yorumlama şeklinde bu temel paradigmayı görmeniz mümkündür. Şiilikteki bu epistemolojik yaklaşımı ve onun devamında gelen “masum imam” anlayışını düşündüğümüzde en azında bilgi metodolojisi ve kaynakları bakımından bir “din adamı” zümresinin varlığı inkar edilemez.
Şiiliğin bu “ehl-i beyt” yaklaşımı Şiilikte yok elbette. Ancak biraz yumuşatılmış şekliyle Sünnilik epistemolojisinde de bir tür “vesayet” sınıfının var olduğu söylenebilir. Elbette Sünniliğin bütün mezhepleri ve meşrepleri aynı oranda bu vesayet sistemini kabul ediyor diyemeyiz. Ancak mesela kimi insanlara manevi bir takım ünvanlar verilerek onların sözü tartışmasız kılınmak istendiği inkar edilemez. Kimi tarikat, mezhep ve cemaatler kendi “din büyüklerini” peygamberin “vasisi” kabul etmiş ve böylece dini epistemolojide tartışılmaz otorite inşa edilmiştir. Bugün de kimi ilahiyatçıların “hocaların hocası”, “İslam alimler birliği üyesi” gibi unvanlarla kendilerini din adına son sözü söyleme konumunda görmesi veya başkası tarafından öyle görülmesi de yine bir tür “tartışılmaz otorite” ve din içinde vesayetçi  konsül  inşa kalkışması olduğu söylenebilir. Oysa İslam dinini teoloji ve epistemoloji olarak en güçlü kılan şey her türlü vesayetçi yapıyı reddetmesidir. İslam'ı güçlü kılan yeryüzündeki her türlü “tartışmasız otorite”ye “La” demesidir.
Aslında klasik “İslam alimi” geleneğinde alimler kendilerine böyle bir konumu mal etmezler. Yazdıklarının sonuna genelde “Bu benim görüşümdür doğrusunu Allah bilir” benzeri mütevazi ifadeler koyarak sıradan birer beşer olduklarını ve hadlerini bildiklerini belirtmişlerdir. Ancak bu gün İslam dininin herhangi bir konusunda görüş bildiren insanların “bu benim görüşümdür” şeklinde bir tutum yerine “İslam'ın hükmü budur” gibi bir eda ile konuşmaları aslında zımni bir “din adamı” kalkışmasıdır. Fanatizmi, radikalizmi ve İslam adına şiddet kültürünü doğuran da budur. Çünkü şiddet önce düşüncede başlar. Sonra dilde devam eder ve nihayetinde eylemde şiddet oluşur. Düşüncede din adına şiddetin başladığı yer düşüncelerden birini tek doğru kabul edip diğerlerini tekfir etmekle başlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taammüden Satanizm

   Şeytanın varlığı yanılgıyla başladı. Şeytanlığı da yanılgısında ısrar etmesindedir. Bilerek taammüden ve bilinçli bir şekilde hatada ısra...