Ateistler Ahlaklı Olabilir Ama Neden Ahlaklı Olduklarını İzah Edemezler [1]
Mustafa Çevik
Ahlâk
felsefesi söz konusu olduğunda temel tartışma konularından ikisi şöyledir:
birincisi, “iyi veya kötü yargılarının kriteri nedir?” ikincisi de “iyi veya
kötü yargılarına ben neden uymalıyım?”
Bir şeye
veya olaya iyi veya kötü denmesinin anlamı ve felsefi gerekçesi nedir? Bu bir
durum tespiti midir yoksa bir değer koyma mıdır? Eğer bir şeye iyi veya kötü
derken yaptığımız şey bir durum tespiti ise bu demektir ki biz, insanlık
olarak, o şeye iyi veya kötü demeden önce de o şey iyi veya kötüydü.
Dahası, iyi veya kötü olduğunu
aktardığımız şeyin veya olayın kötülüğü nereden kaynaklanmaktadır. Bu durumda
iki ihtimal söz konusudur: (a) ya o şeyin iyiliği kendi doğasındadır veya (b) o
şeye iyi değeri iliştirilmiştir. Bir başka deyişle bir şeyin veya olayın
iyiliği ya ontolojiktir yani kendiliğindendir veya relatiftir yani
ilintiseldir.
Bir teist
için iyilik ve kötülük vasfının olayın kendisinde olduğunu söylemek oldukça
ciddi teolojik problemlere neden olur. Mesela, eğer iyilik ve kötülük
varlıkların özünden bir şey ise o halde Tanrı değer koyucu değil varlıklarda
mevcut iyi ve kötü değerlerin habercisi konumunda olur. Oysa teist için Tanrı
değer koyandır. Belki denilebilir ki Tanrı varlıkları yarattığı an kimini özde kötü kimini de özde iyi olarak yaratmış ve değerleri insana bildirdiği zaman tek
yaptığı şey daha önceden yaratmış olduğu iyi-kötü varlıkları haber vermektedir
denilebilir. Ancak böyle bir durumda da Tanrı’nın farklı zamanlarda ve
mekânlarda bir varlığın değerini değiştirme yetkisine sahip olmayan bir varlık
olarak düşünülmüş olmaktadır. Çünkü eğer varlık ile ahlaki değer arasında a
priori bir zorunluluk var ise Tanrı’nın apaçık mantıksal ilkelerle çelişip a
priori olarak iyi olan bir şeye kötü demesi düşünülemez. Çünkü teistik Tanrı
anlayışlarının temel paradigmalarından biri de Tanrı’nın çelişki içermeyen bir
varlık olmasıdır.
Ayrıca bir
şeyin ahlaken iyi veya kötü olan niteliğinin bir şeyin özünden veya o şeyde var
olan ayrılmaz bir nitelikten kaynaklandığı kabul edildiğinde ise bir tür ahlaki
dogmatizme varılmış olur. Böyle bir durumda geriye kalan şey insanların
varlıklardaki ve eylemlerdeki o sözü edilen ‘ayrılmaz nitelik’i bulmaktır.
Ahlaki değerlerin ontolojik olduğu varsayımı hem ateistler için hem de teistler
için sorun olur. Örneğin İslam düşünce tarihinde husun-kubuh (iyi-kötü)
tartışmaları arasında en çok üzerinde durulan problemlerden biri de “Allah bir
şeye, o şey iyi olduğu için mi iyi demiş, yoksa iyi dediği için mi o şey iyi
olmuştur?” şeklindeki Platon'un Euthypro ikilemidir. Bu bağlamda
rasyonel düşünce taraftarı olan Mu’tezile ekolüne göre kişi aklıyla neyin iyi
ve kötü olduğunu bilebilir. Onlara göre her şeyin bir yaratılış nedeni olduğu
gibi aklın da yaratılış nedeni iyi ve kötüyü bulmaktır.[2]
Buna göre kişi iyi ve kötüyü bilmek için Allah’ın bildirmesine gerek duymaz.
Ancak Eş’ari ekole göre akıl, iyi
(husun) ve kötüyü (kubhu) anlamaya yeterli değildir o sadece kendisine
bilidirileni anlamak için bir araçtır.[3]
Bir başka Sünni düşünür olan Maturidi ise aklın işlevini biraz dah artıran
Mu’tezile ekolüne kısmen daha yakın bir husun kubuh teorisine sahiptir. Recep
Kılıç Maturidi’nin bu konudaki düşüncesini şöyle değerlendirir: “adalet ve
doğruluk gibi kendinde iyi olan ahlaki fiilerin iyiliği aklen zorunlu; kötülüğü
de aklen imkansızdır. Aynı şey, kendindekötü olan zulüm ve yalanın kötülüğü
için de aynen geçerlidir.”[4]
Bir kişi bu ikilemden hangisini kabul ederse
etsin çözümü zor karmaşık problemlerle boğuşmak durumunda kalacaktır. Örneğin
ahlaki değerlerin varlıkların ayrılmaz kimi niteliklerinden kaynaklandığını
söylemekle aynı anlama gelen birinci şıkkı düşünelim. Yani “bir şey iyi olduğu
için Allah o şeyi iyi diye nitelendirmiştir”
düşüncesi. Bu varsayımda insanın iyi ve kötü değerlerinin bilinmesinde
bir anlamda Tanrı’nın by-pass edilmesi söz konusudur. Çünkü, eğer iyi ve kötü
değeri orada yani varlıklarda ayrılmaz bir biçimde var olmaya devam ediyorsa insanın
onu bir şekilde keşfetmesi mümkün gibi görünmektedir. En azından imkansız
değildir. Bu varsayımın karşımıza çıkaracağı ikinci bir sorun ise yukarıda da
kısmen değinildiği gibi değer koyucunun kim olduğu tartışmasıdır. Bu yazının
konusu olmadığından birinci şıkkın doğurduğu problemleri burada enine boyuna
irdelemek gereksizdir. İkilemin ikinci, yani “bir şey, Allah ona iyi dediği için iyidir,” önermesine gelelim.
Buna göre hiçbir yaratık bizatihi iyi veya kötü değildir. Ona iyi veya kötü
değeri verilmiştir. Eğer bir teist ahlaki değerlerin belirlenmesini (vad’ını)
Tanrı’nın keyfiliğine bağlarsa, yani “bir
şey, Allah ona iyi dediği için iyidir” anlayışına inanırsa o durumda şu
soruya yanıt vermesi gerekir: Madem ki Tanrı değer koymada tamamen keyfi davranıyor,
öyleyse Tanrı hırsızlık, haksızlık ve zina gibi iyi olacağını düşünemediğimiz
eylemleri iyi olarak niteleyebilirdi diyebilir miyiz? Bir teist için bu sorunun
yanıtı şudur genel olarak: Tanrı değer koymada elbette keyfi davranmıştır.
Ancak Tanrı’nın keyfi davranması onun yanlış yaptığı veya yapma ihtimalinin
olduğu anlamına gelmez. Tanrı yanlıştan münezzeh
(arınmış) olduğu için iyiye kötü, kötüye iyi demez. Neye iyi demişse o zaten
iyidir. Kötüye de kötü demiştir.
Özetlersek,
değerlerin bilinebilirliği söz konusu olduğunda kişi ya nesnellik taraftarıdır
ya da öznellik. Nesnel düşünceye göre ahlak kuralları insandan bağımsız bir
şekilde varlığını sürdürmektedirler. İnsan o değerleri keşfeder. Nesnelci ahlak
taraftarı olan bir dindar için varlıklardaki veya olaylardaki iyi ve kötü
değeri Tanrı tarafından verilmiştir. Ve insan da bu değerleri ortak bir şekilde
elde edebilir. Çünkü nesneldir. Kişilere göre değişen bir durum yoktur. İnsan
değerleri keşfedendir belirleyen değildir. Tanrı değerleri koyarken nesnelerdeki
ve olaylardaki değerlerde keyfi davranmaz. Çünkü her biri birer yaratılmış
varlık olan olaylar ve nesneler yaratılış sırasında ahlaki değer ile paralel
yaratılmışlardır. Tanrı yaratırken varlıklara kendisiyle ve akılla çelişen
ahlaki değerler koymaz. Dolayısıyla değerler ister akılla bulunsun ister
Tanrı’nın emir ve yasaklarıyla alınmış olsun her ikisinde de aynı değer
yargısına ulaşılır. Nesnel ahlak teorisi bu şekilde özetlenebilir.
Öznelci
ahlak taraftarı olan bir dindar için ise varlıklardaki veya olaylardaki iyi ve
kötü değeri yine Tanrı tarafından varlıklara ve nesnelere verilmiştir. Ancak
Tanrı bu değerleri koyarken tamamen keyfidir. Ve ‘değer’ de sadece Tanrı
koyduğu için değerlidir. Yoksa varlıkların veya olayların değerli oluşu Tanrı ile
veya aklın doğası ile ilgili değildir. Bu nedenle biz akılla Tanrı’nın koyduğu
değerleri anlayamayız. İyi ve kötü yargılarını
bilmenin yolu Tanrı’nın neye iyi neye ve kötü dediğini bilmektir. Aksi
takdirde insan kendi başına iyi ve kötü yargısına ulaşamaz. Dindar öznelciliği
bu şekilde özetlemek mümkündür.[5]
Buraya kadar
üzerinde durulan konu teizmin kendi içinde yaptığı “ahlakın nesnel olup
olmaması” tartışmasıydı. Teizmde ahlakın kaynağının Tanrı olduğu ve Tanrı’nın
emir ve yasaklarından yola çıkılarak elde edilmesi gerektiği konusunda kuşku
duyulmamaktadır. Farklı versiyonları olmakla teizmin genel olarak ahlak’ın
kaynağını bir evrensel kritere ve çoğunlukla da Tanrı’ya bağladıklarını
söylemek mümkündür. O nedenle buraya kadarki tartışmaya neden olan şey
Tanrı’sal dayanağı olan ahlakın insan tarafından nasıl bilineceği
tartışmasıydı.
Tartışmanın
bundan sonraki boyutu ise ateizmin ahlakı nasıl temellendirdiği sorunu
olacaktır. Her şeyden önce tartışma götürmeyen şey, ateizmin temel çıkış
noktasının ahlaki değerlerin insan ile olup bittiğini söylemesidir. Kuşkusuz
yeryüzündeki bütün ateiztlerin aynı şekilde bir ahlaki temellendirmesi vardır
demek kanıtlanması mümkün olmayan bir iddiadır. Nasıl ki bütün teistler ahlakı
aynı şekilde temellendirmiyorlarsa bütün ateistlerin de ahlakı veya ahlaki
olmayan durumu aynı şekilde temellendirdikleri söylenemez. Ancak ateizmin
ahlaki temellendirme ile ilgili düşüncesini ele almak için bu düşünceyi
özetleyen birkaç alıntı yapmakta yarar vardır.
Bertrand
Russel, “Neden Hıristiyan Değilim?”
isimli kitabında, iyi ve kötü’nün Tanrı’nın varlığıyla anlam kazanacağını ileri
süren anlayışa itiraz için der ki “iyilikle kötülük arasında bir ayırım
olduğundan eminseniz durumunuz nasıl olacaktır. Bu iki uç arasındaki ayrılık
Tanrı’nın buyruğundan mı ileri gelmektedir? Eğer yalnızca Tanrı buyruğu
yüzündense, o halde Tanrı’nın kendi için iyilikle kötülük arasında bir ayrım
yoktur, bu yüzden Tanrı iyidir demenin bir anlamı kalmamaktadır.”[6]
Robin Le Poidevin, Ateizm isimli
kitabında Russel’in bu ifadelerini meta-etik bağlamda şöyle formüle eder:
1-Eğer teizm doğruysa, “Tanrı iyidir” ahlaki olarak anlamlıdır. 2-Eğer teizm
doğruysa, Tanrı etikte açıklayıcı bir rol oynar. 3-Eğer “Tanrı iyidir” ahlak
olarak anlamlıysa, ahlaki iyilik Tanrı’dan bağımsız olmalıdır.[7]
Ateizme göre ahlaki iyi ve kötü değerleri uzlaşıya bağlıdır. Le Poidevin,
ateizmin öznelci ahlak anlayışını şöyle gerekçelendirir: “Ahlakî özellikler
bizim kendi onaylama ya da yadırgama hislerimizin bir yansımasıdır. Bu duygular
kısmen doğuştan gelebilir, ama kuşkusuz çoğu toplumsal olarak koşullanmıştır.
Bir an için bunu bir kenara bırakırsak, ahlaki özelliklerin doğal özelliklerin
ardından gelme nedeni, belli doğal özellikler taşıyan eylemlerin (örneğin, bile bile insan canı almak) genel
olarak bizde yadırgama, acıma vb. duygular uyandırmaları ve böylelikle o eylemi
kınamaya sevk etmeleridir. … Bunu bir kere kabul ettiğimizde, ahlaki bilgiye
ilişkin hiçbir sorunun olmadığını görürüz. Belli doğal özellikler taşıyan
eylemlerin sırf bizde belli duygular uyandırdıkları için yanlış olduklarını
‘biliriz’.”[8] Ateizm
için bir eylemi iyi kabul etmemizi haklı kılacak şey Tanrı’nın onu ‘iyi’ olarak
nitelendirmesinden çok o eylemde bulunan bir nitelikten dolayı olmalıdır. Bu
nitelik her yerde ve her zaman geçerli olmayabilir. Ama eğer o an o eylemde
benim için veya toplum için iyi bir nitelik varsa o iyidir.
Le
Poidevin’in ahlaki iyiye uyma gerekliliği hakkındaki izahı da tipik bir ateist
gibidir. Poedvin’e ateizm için bir iyi davranışı neden yapmalıyım sorusuna
teistler çünkü Tanrı öyle istiyor yanıtını verir. Peki neden Tanrının isteğine
uymalıyım? Çünkü sonsuz bir otoriteye boyun eğmeliyim. Peki neden sonsuz bir
otoriteye boyun eğmeliyim … bu böyle sürer. “etmeliyim: çünkü ...meliyim, vb.”
Oysa “eğer ben bir şeyi, eylemin kendi özellikleri yüzünden değil de, sadece
başkası istediği için yapıyorsam, ahlaki olarak davranmış olmam… Tanrı’nın
emirlerine uygun eylemde bulunmam eylemimi neden ahlaki kılsın ki?”[9]
Ateist için
ahlaki ideal özerklik ve özyönetimdir. “Gerçek anlamda ahlaki fail başka
güçlerin aleti olmak yerine kendi efendisi olmayı isteyen; sözde otorite olan
bazılarının tebliğlerine güvenmek yerine beli tür eylemlerin haklılığına kendi
başına karar veren faildir. Ancak eğer özerkliğe değer veriyorsak, Tanrı’yı
ahlaktan uzak tutarız… Korkuya dayalı bir ahlaka ahlak denemez.”[10]
Buna benzer bir tutumu bir agnostikten de duyabiliyoruz. Murtaza Korlaelçi’nin
dediği gibi “ateizm, Hıristiyan bmatı dünyasında olduğu için, bu problemle
uğraşanlar da, daha çok batıl ıHıristiyan düşünürler olmuştur.”[11]
Kendisini bir agnostik olarak nitelendiren Mete Tunçay kendisiyle yapılan bir
söyleşide benzer bir akıl yürütmeyi gündeme getirmiştir. Mete Tunçay, kendisine
yöneltilen “Sizin inanmama sebebiniz
nedir?” şeklindeki soruya “(b)ir
havuç ve sopa söz konusu. Erdemli yaşarsak, bunun ödülünü alacağız. Kötülük
yaparsak, onun da cezasını göreceğiz. Bu durumda ahlâklı olmak, ne kadar yüce
bir şey, bilmiyorum. Bana böyle bir ümit ve korku olmaksızın, erdemli olmak çok
daha cesur görünüyor.” şeklinde cevap vermektedir.[12]
Ateistik yaklaşımın temel
paradigması mutlak olarak ‘iyi’ diye nitelendireceğimiz davranışa inanmak
yerine iyinin öznelliğine inanmaktır. Buna göre iyi toplumsal uzlaşı veya bireysel tercihten başka bir şey
değlidir. Bu demektir ki ateizmin ahlak anlayışı yukarıda izah edilen ikinci
muhtemel yanıt olan (b)’nin yani ‘varlıklardaki
iyi ve kötü değerlerinin ilintisel olduğu’ düşüncesiyle karşı karşıya
gelmiş oluruz. (b) yanıtına göre varlıklar ile değer arasında bir öz birliği değil
nitelik ilişkisi vardır. Yani varlıklar veya olaylar T1 zamanında iyiyken, T2
zamanında kötü kabul edilebilir. Bu değer koyucuya bağlı bir durumdur. Bu
anlayış bizi seküler öznelci ahlak
anlayışına götürür. Böylece ateizm, ahlakın temeline Tanrı’yı değil de insanı
koyarak ahlakı ontolojik anlamda bir seküler zemine oturtmuş oluyor. Buna göre
insan ahlakını kendisi ikame eder. Ahlaklı olmak için Tanrı’ya ihtiyaç yoktur.
Ateizm için nesnel ahlakın imkânı zor gibi görünüyor. Çünkü insanı temele
alarak yapılan bir ahlaki temellendirme taraftarıdır ateizm. Gerçi Michael Martin, “Atheism, Morality
and Meaning” isimli kitabında ateizmin nesnel bir ahlak anlayışına sahip
olabileceğini söylemektedir ve “ateistlerin bir nesnel ahlak anlayışını takip
etmek için bir neden ve bir motivasyonlarının olmadığına dair bütün
eleştirilerin başarısız olduğunu” [13]
ileri sürer. Martin, ateizmin nesnel
ahlak anlayışına sahip olmasının empati
ile mümkün olabileceğini ileri sürer.
Tanrı inancı olmadan nesnel ahlak temellendirmesi ile tanrı inancı
olduğu halde kişinin nesnel ahlak temellendirmesini rasyonel tarzta yapmaya
çalışması arasında şekil itibarıyla bir farklılık yoktur. Birincisi Tanrı
inancı olmadan nesnel ahlak temellendirmesini rasyonel zeminde yapmaya
çalışırken ikincisi Tanrı inancı olmasına rağmen Tanrı ile temellendirmek
yerine nesnel temellendirme yapmaya çalışmaktadır. Örneğin İslam tarihinde
akılcı tutumuyla bilinen mutezile ekolünün
Tanrı bize ‘husun’ (iyi) ve ‘kubuh’un (kötü) ne olduğunu bildirmese
bile aklın görevi onu bilmektir derken aslında farklı bir tutum içinde olduğu
söylenemez. Yalnız Mutezile hem ahlak hem de akıl Tanrı tarafından yaratıldığı
için ahlakın akıl tarafından anlaşılmasını ontolojik bir zorunlu uyum olduğunu
söylemekle ahlakı teolojik olarak temellendirdiğini söylemek mümkündür. Oysa
ateist aynı nesnel ahlak kurallarına bir seküler temellendirme yapmaktadır
çünkü Tanrı’dan bağımsız bir temellendirmedir ateizminki.
O zaman
teistler ile ateistler arasındaki ahlaki temellendirme nesnel olup olmamasından
çok ahlaki iyi ve kötü’nün meşruiyeti sorunudur. Yani nesnel de olsa öznel de
olsa iyi davranış, iyi niteliğini hangi kaynaktan alıyor? Ateizmin iyi ve kötü
temellendirmesini öznel ve nesnel olmaktan çok otoritesi ve meşruiyeti
bakımından ele aldığını görmekteyiz. Yukarıda aktarıldığı gibi ahlaki iyi
saptanırken de o ‘ahlaki iyi’ye
uyulurken de ödül verecek olan Tanrı yerine kendi kişisel kararını koymanın
önemsendiğini görmekteyiz. Le Poidevin’in dediği gibi “başka güçlerin aleti
olmak yerine kendi efendisi olmayı isteyen”[14]
ve ‘sözde otorite’lere karşı çıkıp
‘kendi başına karar veren fail’ konumunda olmalıdır insan. Acaba gerçekten
durum Le Poidevin’in dediği gibi midir? Öyle olsaydı ateistlerin birbirinden
farklı ‘bağmısız iyi’ davranış kalıpları geliştirmiş olmaları gerekmez miydi?
Ama görüyoruz ki ateistler de teistlerin ‘iyi’ dediklerine ‘iyi’, ‘kötü’
dediklerine ‘kötü’ demektedirler genel olarak. Dünyanın her yerinde fiili durum
aşağı yukarı aynı şeyleri iyi veya kötü kabul etme şeklindedir. Bunun içindir
ki ulusal hukukları bağlayıcı aynı zamanda birer ahlak metni olan ‘İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’ gibi ortak hukuk metinleri ortaya çıkmaktadır ve
bu metinlerin içerdiği ahlaki zemin genel hatlarıyla hem ateist hem de dini
yaklaşımların kabul ettiği bir zemindir. Veya dünyanın bir yerinde doğal
felaket olduğu zaman teistler de ateistler de oraya yardım etmek gerektiğini
söyleyebilmektedirler. Dünyanın her yerinde çalıştırılan işçinin emeğinin
sömürülmesi kötü bir ahlaki davranış olarak kabul edilir. Ahlaki iyi sayılan davranış kalıplarının neredeyse bütün dünyada ve
tarih boyunca aynı olması pratik anlamda bir evrensel ahlak yasasının
varlığının kanıtıdır. Ancak bu demek değildir ki ateistler nesnel bir ahlak
yasasına inanır. Bu sadece reel durumdur. Reel durumda ateistlerle teistlerin
iyi ve kötü kavramları örtüşmektedir büyük oranda.
Burada şunu
belirtmeden geçmek doğru olmaz. Ahlak kurallarının toplumdan topluma
değiştiğine ilişkin anlayışı besleyen yanlış algılamalardan biri ahlaki davranış
ile günah, gelenek ve örfi davranışların karıştırılmasıdır. Mesela yaşça büyük
insanların yanında ayak ayak üstüne atmanın bir toplumda normal, bir diğer
toplumda yanlış kabul edilmesi bir alışkanlık ve örf sorunudur. Ahlak sorunu
değildir. Benzer şekilde evli olmayan karşı cinslerin flört etmesi kimi
toplumlarda veya bireyde günah kabul edilirken kiminde normal karşılanması bir
dini yaklaşım tarzıdır. Örfi veya dini olarak onaylanan davranışların ahlak ile
ilişkisi ayrı bir araştırmanın konusudur. Ancak görebildiğimiz kadarıyla ahlaki
iyi olarak kabul edilen davranışlar her toplumda benzer bir oranda kabul
görmektedir. Mesela yardımsever olmak, dürüst olmak, adil olmak, vefalı olmak
vb. Bütün bunlar dünyanın her yerinde en azından teorik olarak iyi kabul edilen
davranışlardır. Tabi ki şunu da unutmamak gerekir. Bir dindar için ahlak ile
din birbirinden ayrılmaz iki öğedir. Bu anlamda ‘ahlaki iyi’ din ile temellendirildiği için iyi ve kötü davranışlarla
sevap ve günah diye kabul edilen davranışlar arasında bir örtüşmenin olması
beklenen hatta kaçınılmaz bir durum olur.
Bu konudaki
yanlış anlaşılmalardan biri de teistler veya ateistler arasında yer alan ahlak
dışı davranışın yaygınlaştığı zamanlardan veya yerlerden yola çıkarak teizmin
veya ateizmin kötülüğün veya kötü ahlakın temeli olduğunu söylemektir. Burada
olması gereken durum ile olan durum karıştırılmaktadır. Bu karıştırmaya en
güzel örneği Sabah gazetesinin 29 Aralık 2007
tarihli sayısında Emre Aköz’ün yazısında görmekteyiz. Aköz, “'İyi Ahlak' İçin Din Şart Mıdır?” başlıklı
yazısını şöyle bitirir: “Benim gördüğüm
şu: Fanatikler; dünyanın en iyi, en güzel, en yararlı fikir ve inançlarını dahi
silaha dönüştürebiliyor.”[15] Unutmamak gerekir ki din
güzel davranışları emreder. Bu, dinin olması gereken durumudur. Olan durum da
değişebiliyor. Olan durumdan yola çıkarak olması gereken teorik durumu
tartışmak hiçbir şekilde makul görülemez. Doğru olan, olması gerekenden yola çıkarak
olanı sorgulamaktır.
Bütün bu
yanlış anlaşılmalara rağmen toplumların ahlaki durumlarına bakılınca
denilebilir ki ahlaki iyi’nin ne olduğu tartışması fiili olarak anlamlı bir
tartışma değildir. Çünkü herkesin anlaştığı yaklaşık bir ahlaki iyiler listesi
zaten vardır. İnsanlar bununla birbirlerini iyiliğe çağırmakta (emr
bil maruf) ve birbirlerini
yargılamaktadırlar. Örneğin savaş durumunda çocuk, yaşlı ve kadınların
öldürülmesi çok az insan tarafından normal karşılanır. Öyle görünüyor ki ahlaki
iyi ve kötü eylemlerin nesnel mi yoksa öznel mi oldukları sorusu sadece
ateistler için değil aynı zamanda -yukarıda izah edildiği gibi- teistlerin de
sorunudur. Çünkü, Tanrı değer koyucu (şârî’) olarak kabul edilse dahi, Tanrı
bildirmediği zamanlarda bu değerlerin salt akılla bilinip bilinemeyeceği
tartışması teistler için de sorun olarak tartışılmıştır. Nitekim İslam düşünce
tarihindeki husun ve kubuh meselesinin mutezile ve ehl-i sünnet
arasında bu bağlamda tartışıldığını görmekteyiz.
Öyle
görünüyor ki ateistler ve teistler arasındaki esas ayrım en başta sorduğumuz
“iyi ve kötü yargılarına ben neden uymalıyım?” sorusuna verilen yanıt konusunda
olacaktır. Bu konuda ateizmin yaklaşımının “havuç ve sopa” bağlamından öteye
gitmediği görülür. Hem Le Poidevin hem de Tunçay ikisi de ahlaki iyiye ben
istediğim için uymalıyım şeklinde bir yaklaşıma sahiptirler. Eğer Tanrı’dan
korktuğum veya onu sevdiğim için ahlaki iyiyi yapıyorsam bu etik bir davranış
olamaz onlara göre[16]
Ateistlerin ahlaki iyi ve kötü konusunda olgu
(is) durumundan çok değer (ought) durumuna cevap vermeleri
daha zor gibi görünmektedir.[17]
‘Hangi şeyler iyi veya kötüdür’den çok; ‘iyi ve kötü kabul edilen şu eylemleri
neden yapmalıyım?’ sorusunun yanıtını aramak daha çok zorluklar içeren bir etik
sorunu olarak görülmektedir. Teistler, ‘Tanrı istediği için yapmalıyım’ derken
ateistler relatif düşünüp ‘ben istediğim için’ veya ‘toplumsal nedenlerle
yapmalıyım’ demek durumundadırlar. Acaba ateistler kişiyi veya “ben”i değer
koyucu olarak tanımlarken onu bir anlamda tanrılaştırmış oluyorlar mı? Eğer
“ben” veya “toplumsal benlik” ahlaki iyinin kriteri yapılırsa bu bir anlamda
‘toplum’a veya ‘ben’e kutsallık atfetmektir. Toplum menfaati veya kişisel
tatmin için ahlaklı olmak anlamına gelir bu durum. Ancak bu durumda toplumsal
yararın ve kişisel tatminin bir evrensel kriter olarak sunulup sunulamayacağı
kuşkuludur. Eğer evrensel bir kriter olarak öne sürülemez ise o zaman söz
konusu iyi davranışı yapmalıdır diye
bir başkası etik davranmaya özendirilemez. Eğer özendirilmeye değer bir iyi davranış olarak görülmüyorsa o zaman
bu davranışın yapmaya değer bulunması da gerekmeyebilir.
Bu aşamada
sorulması gereken soru şudur: ateistler ‘ben’in veya ‘toplumsal ben’in
mutluluğunu evrensel bir kriter olarak sunabilirler mi? Bu soruya hayır
dendiğinde, bir önceki paragrafta kısaca ifade edildiği gibi, evrensel kriteri
ve dayanağı olmayan bir ‘iyi’ davranışın yaygınlaşmasını isteyemezsiniz.
Başkasına tavsiye edemezsiniz. Çünkü eğer ahlaki
iyi uzlaşıya dayalı (conventional) ise o zaman William Lane Craig’in dediği
gibi “bu grup ahlakına uymamayı seçen biri modaya uygun davranmamaktan başka
bir şey yapmamış,”[18]
demektir. Bu soruya olumlu yanıt verildiğinde ise başka problemler ortaya
çıkacaktır. ‘Ben’in mutluluğu evrensel kriter olarak kabul edilirse kişisel
veya toplumsal ‘ben’ bilindiği gibi bazen çok uçuk şeylerle de mutlu olabilir.
Örneğin her yerde nefretle anılan cinsel istismar yapan milyonlarca insanı
mutlu edebilir. Veya rüşvetle iş yapma rüşveti alan açısından mutluluk nedeni
olabilir. Ve bu sayı azımsanmayacak kadar da çoktur. Bunların ahlaki iyinin
kriteri olamayacağı açıktır. Belki denilebilir ki bir olayın sadece yapan
kişiye mutluluk vermesi ölçü olmaz empati yaparak aynı şeyin sana yapılmasında
mutlu oluyorsan o zaman evrensel bir kriterdir denilebilir. Empati ile
karşıdakini mutlu veya mutsuz eden eylemi bilmek ne kadar mümkündür. Hem bizi
mutlu eden her şey bütün insanları mutlu edecek mi acaba, bunu nereden
bilebiliirz? Empati herkes için geçerli olan bir mutlak iyiye ulaştırmakta
yetersiz gibi görünüyor. Öyle anlaşılıyor ki insanların mutluluklarını kriter
edinmek aslında bir tür relativizme saplanmaktır kaçınılmaz olarak. Relativist
ahlak anlayışını savunmak bir ahlakı savunmak demek değildir. Ahlak alanında
kaosu savunmaktan başka bir şey değlidir.
KAYNAKLAR:
1. Sait Yazıcıoğlu, Kelam Ders Notları, Ankara 1996.
2. Recep Kılıç, Çağdaş İngiliz Ahlak
Felsefesinde Olgu-Değer Problemi, Felsefe Dünyası dergisi Sayı 23, 1997.
3. Recep Kılıç, Ahlakın
Dini Temeli, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992.
4. İzmirli İsmail Hakkı,
Yeni İlm-i Kelam, Umran Yayınları,
Ankara 1981.
5. Bertrand Russel, Neden Hıristiyan Değilim?, Toplumsal
Dönüşüm Yayınları, İstanbul.
6. Robin Le Poidevin, Ateizm, Ayrıntı Yayınyarı, İstanbul
2000.
7. Mete Tunçay, 18 Nisan
2004 tarihli Zaman gazetesinde yer alan röportaj.
8.
Michael Martin, Atheism, Morality and Meaning,
2002, Prometheus Boks.
9. Emre Aköz, 29 Aralık 2007 tarihli Sabah gazetesi.
10.
Hüsameddin
Erdem, Problamatik Olarak Din-Felsefe
Münasebeti, Konya 1999.
11.
Murtaza
Korlaelçi, Robert Coffy’nin Ateistlerin Tanrısı isimli kitabının
çevirisine yazdığı önsöz, Ankara Üniversitei
Ulahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 2003.
[1] Bu
yazı 2008 yılında Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde
yayınlanmıştır.
[2] Sait
Yazıcıoğlu, Kelam Ders Notları,
Ankara 1996, s. 45.
[3] İzmirli İsmail
Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, Umran
Yayınları, Ankara 1981, s. 70.
[4] Recep Kılıç,
Ahlakın Dini Temeli, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992, s. 122.
[5] Din ve Ahlak
ilişkisi konusunda bir tartışma için bak. Hüsameddin Erdem, Problamatik Olarak
Din-Felsefe münasebeti, Konya 1999, s. 137-157.
[6] Bertrand
Russel, Neden Hıristiyan Değilim?,
Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, s. 7.
[7] Robin Le
Poidevin, Ateizm, (Çev. Abdullah
Yılmaz), Ayrıntı Yayınyarı, İstanbul
2000, s. 124.
[8] Robin Le
Poidevin, s. 131.
[9] Robin Le
Poidevin, s. 135.
[10] Robin Le
Poidevin, s. 136.
[11] Murtaza
Korlaeçi, Robert Coffy’nin Ateistlerin
Tanrısı isimli kitabının çevirisine yazdığı önsöz, Ankara Üniversitei Ulahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 2003, s.
1. Ateizmin problemleri bağlamında ayrıca Murtaza Korlaelçi’nin Roger
Verneaux’dan çevirdiği ve aynı yayınevinden çıkan Çağdaş Ateizm Üzerine
Dersler isimli kitaba bakılabilir.
[12] 18 Nisan 2004
tarihli Zaman gazetesinde yer alan röportaj.
Books,
s. 45.
[14] Robin Le
Poidevin, s. 136.
[15] Emre Aköz, 29 Aralık 2007 tarihli Sabah
gazetesi.
[16] Robin Le
Poidevin, s. 136. ve 18 Nisan 2004 tarihli Zaman gazetesinde yer alan röportaj.
[17] Olgu-değer
ilişkisi üzerine bir tartışma için bak. Recep Kılıç, Çağdaş İngiliz Ahlak
Felsefesinde Olgu-Değer Problemi, Felsefe Dünyası dergisi Sayı 23, 1997, s.
57-98.
[18] William Lane
Craig, "The Indispensability of Theological Meta-ethical Foundations for
Morality," http://www.leaderu.com/offices/billcraig/docs/meta-eth.html (01.10.2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder