Müslüman/ca
Demokrasi
(Bir Adalet
Teorisi)
Mustafa Çevik
İçindekiler
Önsöz
1. İslam ve Demokrasi Çelişir mi?
a) Egemenlik Halkındır Demek Ne Demektir?
b) Demokrasi Beşeri Düzendir İslam’la İlgisi Yoktur Denilebilir mi?
c) Neden Müslüman Demokrasi
2. Müslüman Demokrasi: Bir Adalet Teorisi
a) İslam’da Adaletle Yönetmek Emrediliyor-İslam ve Demokrasi Uzlaşır mı?
b) Allah’ın Adalet Sözü Ne anlama Gelir?
c) Demokrasi: HAK’ikat Sorunu Bağlamında Bir Demokrasi Eleştirisi
d) Demokrasi ve İslam’ın Ortak Tarafı İlkeliliktir İlkesizlik Değil
3. Müslüman Demokrasi ve Ahlak İlişkisi
a) Demokrasi Bir Ahlak İşidir
b) Demokrasi, Bilim ve Ahlak
c) İnsan Doğası (fıtrat), Demokrasi ve Ahlak
4. İslam’da Demokrasi Kültürünün Varlığına Dair
a) Ehl-i Hal ve Akd ve Temsili Demokrasi Benzerliği
b) Medine Site Devleti ve Bir Arada Yaşama Formülü
c) Özgürlükler/Zorlama Olmaması
d) Hukuk Devleti
e) İstişare/Şura/Emr ve Bu bağlamda Cabiri’ye Bir Eleştiri
5. İslam Kültüründe Demokrasiyi Engelleyen Sun’i Dini Engeller
a) Ehl-i Beyt
b) Seyit ve Şerif Kurumları
c) Şeyh/Mürşid-Pir/Dede/İmam
d) Alim Kavramı
e) Müceddid
f) Sünnet ve Cemaat
6. MÜSLÜMAN DEMOKRASİNİN TEORİK ÇERÇEVESİ
a) Demokratik Çoğunluk ve Hakikat Arasındaki İlişki
b) Totalitarizm/Faşizm İdealizmden mi Çıkar Realizmden mi?
c) Muhafazakâr Demokrasi Yerine Müslüman Demokrasi
7. İlahiyat Kavramlarının Dünyevileştirilmesi Veya Tersi
a) Halifenin Tekliğinin Tevhid İle İlişkilendirilmesi
b) Devlet ve Hukukun Teoloji-Politiği
c) Ümmet ve Halife İlişkisinin Teoloji-Politiği
d) Diyalektik Teoloji ve Devlet Fetişizmi
8. Sivil İslam’dan Siyasal İslam’a Epistemolojik Vesayet ve Aristokrasi Araçları
a)Halifelik Vesayeti
b) Kureyşilik Vesayeti
c) Ehl-i Beyt Vesayeti
d) İcma ve Ulema Vesayeti
e) Mezhep Vesayeti
f) İslami Siyasi Düşüncenin Demokratik Yaklaşım Bakımından Bir Analizi
9. Demokrasi ve İslam’da Bilgi İktidar İlişkisi
a) Demokrasi Küfür Rejimidir Diyenlere Cevap
b) Müslüman Demokraside İnsanlar Her şeyi yapabilir mi? Özgürlük Sorunu
c) İslam Sivil Bir Dindir
d) İktidar Endeksli Mücadele Demokrasilerde İyinin Kötüye Kurban olarak Sunulmasına neden olur.
e) Hariciliğin İyi Tarafları Da Vardır: Otoritenin Tekelleşmesinin Engellenmesi
10. Müslümanlar İçin Demokrasi: -Bir İtikad ve İman Alanı Mı Yoksa Ahlak ve Muamelat Alanı Mı?-
a) Müslüman Demokrasi Laik midir?
b) Müslüman Toplumlarda Demokrasi Karşıtlığı
c) Demokrasiye karşı çıkan Müslümanlar ile Demokrasinin Özümsenmesi ve İçselleştirilmesi Nasıl Olacaktır
d) Arap Baharı ve Demokrasi Talebi
e) “İslam’ın Nesi Eksik Ki Demokrasiye İhtiyaç Duyuluyor?” Sorusu Yanlış Bir Sorudur
f) Seyyid Kutup İslamcılığından Radikal İslamcılığa Fırka-i Naciye Mantığı
g) Batılılardan Farklı Bir Devlet Tasavvuru
h) Hâkimiyet Milletindir Demek Hâkimiyet Allah’ındır Demekle Çelişir mi?
i) İlahi Devlet Mümkün Müdür?
j) Düzene Dâhil Olmak Şirk Midir?
k) Türkiye Diğer Müslüman Ülkelere Demokrasi İhraç Etmelidir Padişahlık veya Laiklik Değil
l) Demokrasi İslam ile Uyumlu Bir Rejim midir Tartışması Üzerine
m) Yanlış Yapan Devlet Başkanını İktidardan Silahsız İndirmenin Yolu Var Mıdır İslam’da?
Önsöz
1. İslam ve Demokrasi Çelişir mi?
a) Egemenlik Halkındır Demek Ne Demektir?
b) Demokrasi Beşeri Düzendir İslam’la İlgisi Yoktur Denilebilir mi?
c) Neden Müslüman Demokrasi
2. Müslüman Demokrasi: Bir Adalet Teorisi
a) İslam’da Adaletle Yönetmek Emrediliyor-İslam ve Demokrasi Uzlaşır mı?
b) Allah’ın Adalet Sözü Ne anlama Gelir?
c) Demokrasi: HAK’ikat Sorunu Bağlamında Bir Demokrasi Eleştirisi
d) Demokrasi ve İslam’ın Ortak Tarafı İlkeliliktir İlkesizlik Değil
3. Müslüman Demokrasi ve Ahlak İlişkisi
a) Demokrasi Bir Ahlak İşidir
b) Demokrasi, Bilim ve Ahlak
c) İnsan Doğası (fıtrat), Demokrasi ve Ahlak
4. İslam’da Demokrasi Kültürünün Varlığına Dair
a) Ehl-i Hal ve Akd ve Temsili Demokrasi Benzerliği
b) Medine Site Devleti ve Bir Arada Yaşama Formülü
c) Özgürlükler/Zorlama Olmaması
d) Hukuk Devleti
e) İstişare/Şura/Emr ve Bu bağlamda Cabiri’ye Bir Eleştiri
5. İslam Kültüründe Demokrasiyi Engelleyen Sun’i Dini Engeller
a) Ehl-i Beyt
b) Seyit ve Şerif Kurumları
c) Şeyh/Mürşid-Pir/Dede/İmam
d) Alim Kavramı
e) Müceddid
f) Sünnet ve Cemaat
6. MÜSLÜMAN DEMOKRASİNİN TEORİK ÇERÇEVESİ
a) Demokratik Çoğunluk ve Hakikat Arasındaki İlişki
b) Totalitarizm/Faşizm İdealizmden mi Çıkar Realizmden mi?
c) Muhafazakâr Demokrasi Yerine Müslüman Demokrasi
7. İlahiyat Kavramlarının Dünyevileştirilmesi Veya Tersi
a) Halifenin Tekliğinin Tevhid İle İlişkilendirilmesi
b) Devlet ve Hukukun Teoloji-Politiği
c) Ümmet ve Halife İlişkisinin Teoloji-Politiği
d) Diyalektik Teoloji ve Devlet Fetişizmi
8. Sivil İslam’dan Siyasal İslam’a Epistemolojik Vesayet ve Aristokrasi Araçları
a)Halifelik Vesayeti
b) Kureyşilik Vesayeti
c) Ehl-i Beyt Vesayeti
d) İcma ve Ulema Vesayeti
e) Mezhep Vesayeti
f) İslami Siyasi Düşüncenin Demokratik Yaklaşım Bakımından Bir Analizi
9. Demokrasi ve İslam’da Bilgi İktidar İlişkisi
a) Demokrasi Küfür Rejimidir Diyenlere Cevap
b) Müslüman Demokraside İnsanlar Her şeyi yapabilir mi? Özgürlük Sorunu
c) İslam Sivil Bir Dindir
d) İktidar Endeksli Mücadele Demokrasilerde İyinin Kötüye Kurban olarak Sunulmasına neden olur.
e) Hariciliğin İyi Tarafları Da Vardır: Otoritenin Tekelleşmesinin Engellenmesi
10. Müslümanlar İçin Demokrasi: -Bir İtikad ve İman Alanı Mı Yoksa Ahlak ve Muamelat Alanı Mı?-
a) Müslüman Demokrasi Laik midir?
b) Müslüman Toplumlarda Demokrasi Karşıtlığı
c) Demokrasiye karşı çıkan Müslümanlar ile Demokrasinin Özümsenmesi ve İçselleştirilmesi Nasıl Olacaktır
d) Arap Baharı ve Demokrasi Talebi
e) “İslam’ın Nesi Eksik Ki Demokrasiye İhtiyaç Duyuluyor?” Sorusu Yanlış Bir Sorudur
f) Seyyid Kutup İslamcılığından Radikal İslamcılığa Fırka-i Naciye Mantığı
g) Batılılardan Farklı Bir Devlet Tasavvuru
h) Hâkimiyet Milletindir Demek Hâkimiyet Allah’ındır Demekle Çelişir mi?
i) İlahi Devlet Mümkün Müdür?
j) Düzene Dâhil Olmak Şirk Midir?
k) Türkiye Diğer Müslüman Ülkelere Demokrasi İhraç Etmelidir Padişahlık veya Laiklik Değil
l) Demokrasi İslam ile Uyumlu Bir Rejim midir Tartışması Üzerine
m) Yanlış Yapan Devlet Başkanını İktidardan Silahsız İndirmenin Yolu Var Mıdır İslam’da?
Önsöz
Müslüman Demokrasi bir İslami yorumdur. Bilindiği gibi
İslam’ın çok farklı yorumları vardır. Geçmişte mezhepler coğrafi, kültürel ve
tarihi nedenlerle ortaya çıkmış farklı İslam anlayışlarını temsil ederler.
Hatta bu mezhepler geniş kitlelere ve coğrafyalara dağıldığında birbirinden
farklı çok sayıda yorum ve kimlik ile ortaya çıkarlar. Örneğin iki farklı İslam
yorumu olan Şiilik/Alevilik ile Sünnilik birbirinden o kadar farklıdır ki
İmanın şartları bile farklıdır. Örneğin Şiilikte imanın şartları İmanın
Şartları yani usul ed-din beş
tanedir: Tevhid, Adalet, Nübüvvet, İmamet ve Kıyamet şeklindeyken Sünnilikte
Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, ahirete ve kaza-kadere iman
şeklindedir. İmanın şartları bu kadar farklı iken bu mezheplerin diğer
mezheplerin alt dallarında yer alan alt mezheplerin kimisi çok aşırıya giderek
bu farklılığı uç noktaya taşımıştır. Bu durum geçmişte olduğu gibi bu gün de
hala devam etmektedir. Tabi burada daha da önemli olan şey de bu mezheplerin
her birinin tek doğru yorum değilse bile en doğru yorumun kendi yorumları
olduğunu söylemesi ve geçmişte de günümüzde de bu farklılıkların doğurduğu
siyasal gerginlikler nedeniyle kimi zaman kanlı mezhep savaşlarına neden
olmasıdır. Hz. Alinin, onun çocuklara Hasan ve Hüseyin’in ve Hz. Osman gibi din
büyüklerinin öldürülmesinden tutun bu gün ki Ortadoğu diye nitelendirilen
Arap-İslam dünyasının siyasal krizlerinin çoğunun temelinde mezhep sorunlarının
yattığını söylemek mümkündür. Herkesin kendi yorumunu asıl yorum olarak
nitelendirdiği günümüz İslam dünyasında tek bir İslam yorumunun doğru
diğerlerinin yanlış olduğunu söylemek İslam’ın ilahi ve evrensel mesajını bir
grubun, zamanın veya kişinin yorumuna hapsetmek olur. Bu da İslam dinine
mitoloji sokmaktır. Biz buna yeni
İsrailiyat diyoruz. İsrailiyat bilindiği gibi peygamberimizin vefatından
sonra Tevrat ve İncil kültürünün İslam’a sokulması olarak tanımlanabilir.
O nedenle İslam dininin geçmişte olduğu gibi bu gün de
farklı yorumlarının olabileceğini öncelikli olarak kabul etmemiz gerekmektedir.
Hangi yorumun gerçek İslam’a en yakın olduğuna Allah karar verecektir. Bu dünya
durdukça insanlar farklı İslam yorumları geliştirmeye devam edeceklerdir. Belki
de İslam’ın evrenselliği de burada yatmaktadır. Bu yaklaşımdan hareketle
Müslüman Demokrasi’nin İslam’ın bir yorumu olduğunu İslam’ın kendisi olmadığını
söylememiz gerekmektedir. Nasıl bir yorum? İslam dininin İnsan ve adalet
anlayışını merkeze alan bir yorumdur Müslüman Demokrasi. Daha çok devleti
merkeze alan ve devleti kutsal bir varlık olarak algılayan İslam anlayışının
karşısında bireyi ve insanı konumlandıran, devlete karşı insanı öne süren ve
yücelten bir İslam anlayışını öngörmektedir Müslüman Demokrasi. Biz İslam
dininin üstün ahlakı düzeltmeye ve yeniden diriltmeye geldiğini düşündüğümüz
için dünyada devlet karşısında gücünü ve konumunu kaybeden insanın lehinde
adaleti savunmaya ve düzeltmeyi amaçlayan bir İslam anlayışının Müslüman
Demokrasi yoluyla savunulabileceğini kabul ediyoruz. Hilafet, imamet, devlet
gibi siyasal kavramları İslam’ın merkezine alarak yapılan İslam yorumlarının
çoğunlukla siyasal emeller taşıdığını ve İlahi ve dini kavramların ve
kurumların siyasal iktidarı amaçlayan bir suiistimalin yolunu açık tuttuğunu
düşünüyoruz. O nedenle tarihsel olarak üretilmiş siyasal halifelik, imamet ve
devlet gibi teolaji-politik kavramlar yerine doğuştun insana verilmiş olan akıl’a ve gönderilmiş olan vahiy’e uygun hak ve adalet temelli
değerleri merkeze alarak bir İslam anlayışı geliştirmenin daha doğru olacağını
bu kitapta ele alıp temellendirmeye çalıştık.
c-)
Demokrasi: HAK’ikat Sorunu Bağlamında
Bir Demokrasi Eleştirisi
Hakikat
sorunu insanlığın en ezeli tartışma konusudur. Evren, dünya, insan ve hayat
hakkında genelleme yapan herkes bir hakikat iddiasında bulunmaktadır. Hakikate,
doğru bilgiye ve nihai olana ulaşmak için din mi, bilim mi, akıl mı, salt
deneyim mi daha güvenilirdir tartışması hep devam etti. Örneğin “En iyi eğitim
nasıl yapılır?” “En iyi yönetim nasıl olmalıdır?” “En doğru din veya tanrı
tasavvuru hangisidir?” “En doğru insan tanımı nedir?” gibi sorulara genelde iki
türlü yanıt verilir: ya benim söylediğim benimsediğim veya inandığım en
doğrusudur şeklinde bir yaklaşım ya da herkesin doğrusu kendine deyip hakikati
teke indirgemek yerine parçalamayı öngören yaklaşım. O zaman hakikat nedir
sorusu ile birlikte belki de daha önce yanıtlanması gereken bir başka soru
vardır: herhangi bir konuda hakikat yani doğru olan tek midir? Yoksa duruma,
kişiye ve zamana göre değişen doğrular mı vardır? Kuşkusuz bu iki soru arasında
çok derin farklılıklar vardır. Bu fark yaşam alanına hele hele ekonomi,
mülkiyet, hak, adalet ve özgürlükler alanına uygulandığında çok farklı sonuçlar
doğuracaktır. Örneğin haklar ve özgürlükler konusunda hakikatin kişiden kişiye
veya en azından toplumdan topluma veyahut da çağdan çağa değişebileceğini
düşünelim. Öyle bir durumda iktidar araçlarını elinde tutan güçlerin temel bazı
hak ve özgürlük alanlarını kendi hakikat anlayışlarına göre değiştirdiklerini
görmek mümkün olabilir. Böyle bir durumda şu ana kadar sahip olduğumuz hak ve
özgürlük tanımı ve sınırlarının ihlal edildiğini düşündüğümüzde onlara hangi
meşru zeminde itiraz edilebilir? Hangi gerekçeyle itiraz edersek edelim iktidar
sahipleri kendilerine ait yeni hak ve özgürlük tanımını, görelilik gerekçesiyle
ve hakikatin çoğulculuğu gerekçesiyle reddedeceklerdir. Öyle bir durumda haklar
ve özgürlükler konusunda doğru olanın onların dediği gibi değil de bizim
dediğimiz gibi olduğunu kabul ettirmenin gerekçesi ne olabilir? Ne söylenirse
söylensin itiraz gerekçesi hazırdır. Görelilik ve hakikatin evrensel olmayışı.
Hakikat parçalandığı zaman hayatın her alanında çatlaklar görebilirsiniz.
Postmodern dünyada değerler bunalımının nedeni modernizme karşı çıkayım derken
hakikat sorununun parçalanmasıdır. Hakikat ve doğru olan, kişiye,
topluma, zamana ve zemine göre değişir dendiğinde bugüne kadar hakikat diye
bildiğimiz bir yanlışın bize hakikat diye dayatılmasına hazır olmalıyız. Veya
tersi bir durum da olabilir. Bu her alanda böyledir. Ahlak, ticaret, teoloji,
eğitim, bilim vs. her alan için problem aynıdır. Hakikat parçalanırsa hayatın
her alanına sirayet etmesi kaçınılmazdır. Çünkü hakikat aslında Hak ile aynıdır. Hak parçalanmışlığı sevmez tevhidi
sever. Hak için parçalanmışlık şirktir.
Şirk salt teolojik bir kavramdan daha fazla bir şeydir. Epistemolojik,
ontolojik ve hatta estetik alanda da birden fazla hakikat alanına yer açmak bu
alanlarda Hak’ikat’e ulaşmayı engelleyen bir yaklaşımdır. Bu alanda şirk kapısı
açılmış olduğundan başka alanlarda tevhidi, yani birliğin hakikatini bulmak
zorlaşacaktır. Bilim alanından bir başka parçalanmış Hak’ikat anlayışının
doğuracağı ontolojik ve epistemolojik sorunlara bakalım. Örneğin tarih bilimi
niçin öğretilir veya tarih araştırmaları neden yapılır sorusunda eğer tarih
bilimini öğretmenin ve tarih araştırmaları yapmanın amacı tektir demez isek ve
her kişinin tarih öğrenme ve yapma amacı farklıdır dersek o zaman tarih
biliminin önemi ne olabilir ki? Düşünün ki tarih yapma ve öğrenme konusunda
ortaya konulan ne denli önemli düşünce olursa olsun biz ona saçma muamelesi
yapma hakkına sahibiz diyelim. Yani başka bir deyişle tarih alanında ortaya
konulan her türlü düşünce, saçma olsun mantıklı olsun, bir birine eşit
değerdedir diye düşünüyoruz. O zaman tarih için hiçbir tez doğru değildir
demektir. Gerçekte böyle bakan bir insanın tarih yapması için bir anlamı kalmaz.
Veya en fazla tarih bilimine araçsal olarak bakar. Yani araçsallaştırılabildiği
için tarih bilimi yapmak gerektiğine inanmaktadır. Başka bir deyişle tarih
yapmak o an işine yaradığı için gereklidir. Yoksa her zaman gerekli olmadığı
gibi bazen sakıncalı bile olabilir diye inanması gerekir. Böyle bir durumda
kimse aslında tarih biliminin, tabi ki bu mantık her bilim için kullanılabilir,
önemli bir etkinlik olduğunu söyleyemez anlamına gelir ki bu bir felakettir.
Oysa eksik veya yanlış da olsa tarih yapma ve öğretmenin her kes tarafından
kabul edilebilir evrensel bir anlamı ve amacı vardır dendiği zaman, ortaya
çıkacak olan bütün tarih tezlerini bir “olması
gereken tarih tezi” ölçeğinde eleştirip doğru tarih yapmaya
çağırabilirsiniz. Çünkü tarih yapma ve öğretme konusunda artık bir olması
gereken tarih tezine sahipsiniz. Olan
ile olması gereken arasında ayrım yapılmadığı müddetçe bu sorun devam
edecektir. Öyleyse denilebilir ki tarih yapma ve öğretme konusunda herkes
tarafından kabul edilebilir bir tarih tezi vardır. Böyle denildiği zaman yanlış
da olsa, sonradan düzeltilmesi ve doğrunun bulunması ihtimali saklı olmak
kaydıyla, bir hakikat tasavvuruna sahip olmuş oluruz. Öyle bir durumda
eleştirel düşüncenin gelişmesi konusunda iki imkân yakalamış oluruz: birincisi,
yapılan her türlü tarih tezinin kabul edilen tarih tezine göre kritik edilmesi
ve düzenlenmesi bakımından eleştirel düşünme, ikincisi de olması gereken yani
kabul edilen tarih tezinin yanlış olup olmaması konusu eleştiriye açık olmak
bakımından eleştirel düşünce.
Bu düşüncenin aksini düşündüğümüz
zaman ne olur? Yani bilim, ahlak, din, yönetim, adalet, özgürlük ve haklar gibi
konularda herkes tarafından paylaşılabilir ve kabul edilmesi zorunlu bir
hakikat yoktur hakikat görelidir dediğimiz zaman nasıl bir sorun çıkar?
Öncelikle söylemek gerekir ki bu tezi teorik olarak ileri süren olmuş olsa da
yine de tarihin her döneminde benim diyen kuşkucular bile başkasına hakikat
dayatmasında bulunmuşlardır. Günlük hayatta kabuller olmadan hareket etmek
konuşmak nerdeyse imkansız hale gelir. Yani iktidarların yaptığı bir şeyi
yanlış bulup eleştiriyorsa biri bir olan durumu beğenmeyip olması gereken
durumun hakemliğine ve gerekliliğine çağrı yapıyor demektir. Başkasının dinini
beğenmeyen, hatta aynı din içinde dindaşının teolojik ve pratik yaklaşımını
beğenmeyen kişi yanlış bir “olan”dan
hareketle bir “olması gereken”
hakikatten ve kabulden yola çıkarak bunu yapmaktadır. O nedenle hangi alan
olursa olsun bir hakikat anlayışına ve bir olması gereken ‘kabul’e sahip olmak neredeyse kaçınılmaz gibi görünüyor.
O
halde “devlet yönetmenin veya devlet yönetimi seçmenin doğru şekli nedir?”
şeklindeki bir sorunun bir tek doğru cevabının olduğunu kabul etmeliyiz. Nasıl
yönetirsen yönet doğru olabilir demek anlamsız bir iddiadan başka bir şey
değildir. Ayrıca hiç kimse tarih boyunca böyle bir devlet yönetimi anlayışına
sahip olmamıştır her halde. Bunun için şu sorunun yanıtlanması gerekir
yukarıdaki tartışma çerçevesinde. Devlet yönetimi seçmek ve seçilen yönetimin
devleti yönetmesinin usul ve esasları insanın keyfi olarak ortaya koyacağı bir
şey midir yoksa yönetim seçmenin ve seçilenlerin yönetmesinin mutlaka bağlı
kalması gereken ilkeler var mıdır? Bize göre devlet yönetimi seçmenin ve
seçilenlerin devleti yönetmesinin bir tek doğru tarzı vardır. Öbürlerinin hepsi
yanlıştır. Bu da adalet ilkesine bağlı kalmaktır. Bu konularda veya başka
konularda adil olan tam olarak
yakalanabilir mi bu ayrı bir tartışma konusudur. Adalet kavramı bir idealdir, bir hayaldir veya bir
ütopyadır denilebilir. Ancak hepimiz yapılan şeylerin yanlış olduğunu şikâyet
ederken peşinde olduğumuz şey haklı olandır, adil olandır veya ismine ne
dersek. Devlet yönetmek konusunda acaba İslam dini mesela saltanata iyi bakar
denilebilir mi? Veya bir seçkin grubun yönetmesinin doğru olduğu savunulabilir
mi?[1]
Bize göre kesinlikle hayır. Çünkü saltanat sisteminde bir sultanın deli olma
ihtimali vardır onu önlemenin yolu olmalıdır. Seçkin sınıfların mutlak
egemenliği yanlış yaptıklarında engellememiz gereken bir sistem getirmeliyiz.
Bu şekilde düşündüğümüzde yanlış yapan kişinin belli iktidardan indirilmesi
anlayışının İslam dininin yönetim felsefesine aykırı olduğunu söylemek zor
olur. Bu bakımdan bakınca “Yönetmenin veya yönetecek kişileri seçmenin yolu tek
midir yoksa her türlü yönetim anlayışı ve yönetime getirme şekli doğru kabul
edilebilir mi?” şeklindeki soruyu düşündüğümüzde yönetim konusunda da çoklu bir
hakikat anlayışına sahip
olunamayacağını ve bunun kaos yaratacağını düşünmek zorunda kalıyoruz. O
nedenle denilebilir ki bu konuda da zorunlu olarak bir tek hakikat/doğru yöntem vardır. Bu konuda da demokratik yönetim
anlayışın da İslam yönetim anlayışının da tekçi olduğunu ve çoğulcu bir hakikat
anlayışına bu konuda sahip olmadıklarını görebiliyoruz.
[1] Bu konuda ehl-i hal vel-akd sınıfının bir tür seçkin sınıf olarak düşünülmesi bize göre yanlıştır. Bunu ilgili bölümde açıkladık gerekçeleriyle birlikte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder