29 Ekim 2017 Pazar

ÖLDÜREN SEVGİ, Sözün ve Yüzün Şiddeti üzerine -- Mustafa Çevik


29 EKİM 2017 PAZAR

Mustafa Çevik
Şiddet denilince fiziksel eylemin zorunlu olduğunu sananlar açık bir yanılgı içindedirler. Bir şiddet durumundan söz etmek için  güç içeren bir eylem şart olmadığı gibi bir eylemin kendisinin de olması gerekmez. Hatta çoğu zaman şiddet bir eylem içermeden sürdürülür. Bazen bir bakış, bazen bir sitem, bazen bir sessizlik, bazen iki damla göz yaşı …
Çoğu zaman sözün şiddeti eylemin şiddetinden daha yıkıcıdır. Bazen bir yüz ifadesi yakıp geçer muhatabını. Bir bakış bazen unutulmaz etki bırakır muhatabında. Bir söze, tavra, eyleme veya duruma şiddet yükleyen ona yüklenen anlamdır. Bunları şiddetli hale getiren taşıdığı anlam, karşıya verdiği mesajdır her zaman.
Karşıdakine, ötekine ve muhataba dayatılan her mesaj bir şekilde şiddet içerir. Dayatma ilişkilerin vazgeçilmez parçasıdır. Anne-çocuk, karı-koca, öğretmen-öğrenci, iki dost… bir şekilde şiddet içeren mesajlar ile karşıdakini teslim almak ister.
Bazen “hakkını helal etmemek” ile, bazen “yoksa beni sevmiyor musun?” sorusu ile, bazen not ile vs. Bir şekilde ilişkiler toplumdan, tarihten alınan güçle eyleme başvurmadan sözün ve yüzün ifade gücünden yararlanılarak baskılanır.
Yüzdeki ve sözdeki anlam, verdiği mesaj bazen eylemin içerdiği şiddetten çok daha derin bir etki bırakabiliyor. Eylemle durdurulamayacak birçok davranış rahatlıkla yüzün ve sözün ifadesiyle durdurulabiliyor.
Sözün ve yüzün ifadesinin doğru kullanılması bazen kurşun kadar etki bırakabilir.
Bütün bu eylem, söz ve yüze dayalı şiddetin kaynağı karşıdakinin de sizin gibi düşündüğünü varsaymaktan ileri gelmektedir. Kafadan şöyle düşünüyoruz: Ben karşıdan şu davranışı bekliyorum. Çünkü ben olsam onu yapardım. Ve bu beklentimizin tartışmasız karşıdakinin zihninde de aynı şekliyle var olduğuna inanıyoruz. Bunun için karşıdakinden beklentimiz bencilce bir tutuma dönüşür.
Giderek karşıdakine dayatma hakkını kendimizde buluruz. Karşıdakinin de olayı, ilişkiyi, diyaloğu veya sevgiyi tıpkı bizim gibi algıladığını düşünürüz. Algı bununla da kalmaz giderek karşımızdakinin bize ait olduğunu düşünürüz. Aslında bu algı biçimi bir süre sonra bir saplantıya dönüşür. Ve kendimizi muhatabımızın sahibi zannetmeye başlarız. Bu algılama şeklinden sonra artık karşıdaki muhatabımız bizim için sadece emir alması gereken bir robot gibi algılanır. Bu noktadan itibaren sistematik şiddet ve baskılama başlamıştır.
Tek suçu bizi var sayması, bizi muhatab alması ve değer vermesi olan muhatabı bu derece kuşatma arzusu etik sınırların ihlali sayılır. Bu sevgi ne tür bir ilişki olursa olsun temeli karşıdakini yok saymaktır. Etik ihlal karşıdakini nesneleştirmektir. Bu da onun aslında sadece uyum için emir bekleyen robota dönüşmesini istemektir.
Ayının yavrusunu sevmesi gibi sevdiklerimizi içimizdeki bu sahiplenme şiddetinden koruyamamamız sadece bir etik sorun değil aynı zamanda bir sağlık sorunudur da. Bu sorun çocuğunu çok sevdiği için kendi malı gibi görmek onun her şeyini kontrol etme hakkını kendinde görmek veya onun kendi istekleri doğrultusunda bir yaşam tarzı sürmeye mecbur sanmak şeklinde tezahür eder.
Yaratan bile yarattığı insanı bu derece kıskaca almamış, kulun otonomisine, özgün duruşuna ve tercihlerine yer açmıştır. Yaratan ahlaka yer açmak için insana özgürlük vermiştir. Çünkü insanın eylemlerinin anlamlı olması için onun özgürce ve bilinçli bir şekilde tercih edilmiş olması gerekir.
Bize sevgisini veren birini bu şekilde kuşatmak istememiz aslında onu bir anlamda öldürmekle eş değerdir. Onun için sevdiklerimizi sevgimizin ölümcül şiddetinden korumak zorundayız. Onun için de onların otonomilerine ve öz varlıklarına saygı duymak zorundayız.  
https://twitter.com/drmcevik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taammüden Satanizm

   Şeytanın varlığı yanılgıyla başladı. Şeytanlığı da yanılgısında ısrar etmesindedir. Bilerek taammüden ve bilinçli bir şekilde hatada ısra...