8 Temmuz 2017 Cumartesi

Felsefe, Mü’min ve Kâfir

Felsefe, Mü’min ve Kâfir

 Milat Gazetesi  28.10.2016

Hem dindar kesimden hem de  dinsiz kesimden (materyalist ve seküler) bir çok insan hikmet ile felsefenin farklı şeyler olduğunu ileri sürer. Elbette gerekçeleri ve duyarlılıkları farklıdır. Ancak bize göre hikmet felsefe değildir diyenler genelde bir ön yargıdan hareket ederler. Ön yargı şu: hikmet bir şeklide din ile, İslam dini ile, ilişkili iken, felsefe daha çok din dışı bir alandan hareket etmektedir diye düşünülür.
Gerçekte böyle midir? Felsefenin dinle ilgisi yok mudur? Veya hikmet salt dini bir tarz mıdır? Bu soruları yanıtlamak için başlangıç olarak kelimelerin anlamından hareket edelim.
Hikmet sanıldığı gibi “Allah'ın hikmeti” deyimindeki dar anlamıyla “Allah'ın kastı ve amacı” şeklinde bir anlama sahip değildir sadece.
Bu belki hikmet kelimesinin anlamlarından biridir. Esas anlamı bir konudaki esas ve genel bilgi, ardındaki nihai doğru veya hakikat demektir. Buna göre bir şeyin ardındaki esas bilgiyi yani varlıkların barındırdığı hakikati merak etmek de hakikat ve doğru bilgi sevdasıdır.
Nitekim Peygamberimizin “Allah'ım bana eşyanın hakikatini öğret” diye dua ettiği rivayet edilir. Mevlana bu duayı şöyle yorumlar: “demek ki eşya göründüğü gibi değil.” Zaten eşya/varlıklar duyular tarafından “nasıl algılanıyorsa öyledir” şeklindeki anlayış sadece yobaz materyalistlerin dışında kimsenin ileri sürdüğü bir şey değildir. Oysa biliyoruz ki nesnelere ait her türlü algımız görelidir. Zaman, konum ve ışık değiştikçe o algının öyle kalması imkânsız gibi bir şeydir. Bu durumda ya varlıkların kesin bilgisi mümkün değildir diyeceksiniz ya da başka bir yönteme başvuracaksınız.
Eğer varlıklar göründüğü gibi değildir dersek bu doğrudan duyuların sağlıklı bilgi aktarmadığını, onları anlamak için rasyonel analizlere muhtaç olduğumuzu ve ayrıca varlıkların salt fiziksel olmadığını söylemek anlamına gelmektedir.
Böyle bir durumda varlıkların ardındaki asıl bilgiyi merak etmek hikmet oluyor. Bilginin aslını merak etmek ve elde etmeye çalışmak için çaba sarfetmek de hikmet sevgisi oluyor. Hikmet buradan anlaşıldığı gibi Yunanca sofia anlamında ise onu merak etmek de philo olmaktadır. Böylece philo-sofia denilen ikili kavram varlığın ardındaki nihai bilgiyi yani hakikat bilgisini merak etme duygusu anlamına gelir.
Bunları düşününce felsefe ile hikmetin aslında birbirinden çok farklı olmadıklarını görüyoruz. Çünkü her ikisi de esas bilginin ve hakikat bilgisinin keşfi ile ilgilenmektedir.
Belki denilebilir ki Hikmet salt dinidir felsefe ise her hangi bir dine bağlı değildir. Bu apaçık bir yanılgıdır: şöyle ki İslam kültüründe varlıkların esas bilgisini elde etmek için uğraşmak zaten dini bir şeydir. Çünkü hakikatin ortaya çıkmasını istiyorsun. Bu da hakikatin üstünü örtenlere karşı mücadeledir aslında. Bilindiği gibi İslami terminolojide küfür “hakikatin üstünü örtmek” demektir. Yani “hakikat”i redd değil hakikati bile bile inkar demektir. Bu anlamda hakikat bilgisi ortaya çıksın ve bilinsin diye çaba sarf etmek “kötü”ye ve küfür sistemine karşı mücadele etmektir. Çünkü hakikat olan aynı zamanda “iyi”dir etik anlamda. Ve “yanlış” olan aynı zamanda kötüdür. Dolayısıyla hakikatin inkarına dayalı relativist düşüncelerin (sofist anlayış, postmodernizm vs.) “iyi” ve “kötü” iddialarının da olmaması bir tesadüf değildir. Onlara göre “her şey gider” yani her şey geçerlidir, kendince doğrudur, iyidir veya hakikattir. Nitekim inkarcıların, yani relativist ve pur kuşkucu anlamında, bir adalet tanımı ve ilkesi de yoktur. Adalet de her değer gibi toplum içinden üretilmiş bir boş aldatmacadır onlar için.
Ancak şunu da unutmamak gerekir.Hakikat bilgisi ortaya çıksın diye kuşkulu tutum içinde olmak hakikat bilgisine olan tutkudan kaynaklanır, inkar değil. Ama hakikati inkar anlamındaki yaklaşım epistemolji kadar etik bir tutumdur aynı zamanda.         

Bilindiği gibi İslam dininde küfür/kafir cehalet/cahil ismiyle tanımlanır. Bu durumda kişi eğer hakikat bilgisi ortaya çıkmasın diye çabalıyorsa bilinsin ki İslam dini bunu cahiliye tutumu yani hakikat düşmanı olarak kabul eder.
Eğer buradaki üstü örtülen hakikat yalnızca Allah'ın varlığı hakikatidir denilirse bu yanılgıdır. Çünkü burada cahil ile cahil olmayan kişiler arasındaki fark sadece Allah'ın varlığını kabul ve redden ibaret değildir. Bu aynı zamanda bir yaşam tarzı ve hayatın her alanına karşı takınılan tutumdur. Ya hikakatin tarafında yer alan ve onu ortaya çıkarmak için uğraşanlardan olursun ya da şerrin (yanlışın, hilaf-ı hakikatin) yanında yer alırsın.
Tabi hakikati bulmak için yola çıktığını söyleyen herkes hakikati bulmaz. Kimisi de içinde bulunduğu zindanlara ve zaaflara yenik düşer. Bu gaflet ve dalalet durumudur işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taammüden Satanizm

   Şeytanın varlığı yanılgıyla başladı. Şeytanlığı da yanılgısında ısrar etmesindedir. Bilerek taammüden ve bilinçli bir şekilde hatada ısra...