30 Temmuz 2017 Pazar

AKADEMİK BAĞIMLILIK VE KÜLTÜR EMPERYALİZMİ

Mustafa Çevik

AKADEMİK BAĞIMLILIK VE KÜLTÜR EMPERYALİZMİ

Mustafa Çevik
 Genel anlamda bilimin özelde de sosyal ve beşeri bilimlerin dünya görüşünden bağımsız bir etkinlik olduğunu söylenemez. Her zihinsel etkinlikte olduğu gibi sosyal bilimlerin de inançtan, kültürden, coğrafyadan, tarihten, siyasal ve ekonomik hazır bulunmuşluktan etkilenerek şekillenirler. Sosyal bilimler hem yöntem hem de araştırma konusu bakımından bir paradigma ile şekillenmiştir. Belli bir paradigmaya sahip olmayan bir bilim adamı bilimsel olguları ve verileri bir araya getiremez bile der T. Kuhn.
Kendi coğrafyamızda 18 ve 19. yüzyıldan önce hiçbir bilimsel faaliyet, yöntem ve anlayışın olmadığını söylemek cehaletten başka bir şey değildir. Bugün gerçekleşmiş olan Avrupa'nın bilim ve teknoloji üstünlüğünün kadim bir üstünlük olduğunu sanmak bilimsel değil psikolojik bir duygudur sadece. Ne yazık ki Asya'nın özelde ise Müslüman toplumların uzun süre kendine ait bilim anlayışı olmasına rağmen bu bilim anlayışının paradigması için gerekli güncelleme yapılamamıştır. Bugün bilimi “hakiki mürşit” kabul eden anlayış sadece bilim alanında değil birçok değer alanında da aslında olgu temelli positivist yaklaşım ile tahribata neden olmuştur. Anlam dünyası dahil her alan bir “olgu” olarak verileştirilmeye çalışılmış olgulaştırılamayan alanlar da bilim alanı kabul edilmemiş bir anlamda terk edilmiştir.
Bu durum o kadar kötüdür ki İslam kültüründe yer alan teoriler kendisinden yüzlerce yıl sonra yazılmış Avrupalı teorilere benzerlikle meşruiyet kazandırılıyor adeta. Birçok bilimsel yöntem ve değerlerin bizim kadim kültürümüze benzediğini görünce mutlu oluyoruz. Bu kompleks ile bir çok alanda kendi değer ve kültür varlıklarımız seküler Avrupa bilim anlayışına entegre edilmeye çalışılmaktadır. Bugün bizde bir sosyal bilimcinin en mutlu olduğu an İngiliz ve Amerikan kaynaklarında ortaya konulan kavramlara ve kuramlara uyumlu somut benzerlikleri kendi kültürlerinde yakalamaktır. Kendi kültürümüzü, duygu,  sanat, ahlak ve inanç dünyamızı anlamak için Batıya öğrenci gönderiyoruz. Oraya gidip kendi kültürlerini çalışıyorlar. Yani konu burada, olay burada ama araştırma Batıda yapılıyor. Paramızla finanse ettiğimiz araştırmacılarımız Batıdaki araştırma merkezlerine kültürümüze ait verileri onların istediği ambalajda hazırlayıp veriyorlar. Para bizden araştırmacı bizden veriyi onlar alır. Tabi bize not verme onuru da onlarındır. Böylece iki şey elde etmiş oluyorlar eskiden büyük paralar harcayarak araştırmacı gönderip veri toplamaya çalışırlardı Doğuda. Bu gün bunu biz onlar için finanse ediyoruz. Elde ettikleri ikinci şey ise bizim kültür ve inanç dünyamız onların kavramsal şemalarıyla yapılandırılmış oluyor.
Böylece siyasal  olarak bağımsız olsak bile bilimsel ve akademik olarak Avrupa ve Amerika'ya bağımlı olmaktan kurtulamadık. Akademik bağımlılık bizi, hukuk, sanat, bilim, siyaset hatta din konusundaki anlayışlar konusunda onlara bağımlı hale getirmiştir. Bugün genel anlamda Doğu özelde ise İslam dünyasında üretilmiş herhangi bir siyasal, ekonomik, sanatsal, ve ahlaki teori yoktur neredeyse. Hatta Batıda üretilen kuramların yeni ve uyarlanmış versiyonlarına bile rastlayamıyoruz.
Öyle ki Sosyal Bilimler alanında yeni bir bilim anlayışı beklemeyi bırakın, gerekli bile görmeyen bir akademi anlayışı vardır İslam Dünyasında. Çünkü zaten 19 ve 20. Yüzyılda kurulan ulus devlet yönetimlerinin çoğu doğrudan veya dolaylı olarak sömürge valilikleri gibi çalıştı ülkelerinde. Tek hedefledikleri şey redd-i mirastı. Onlar için en iyi eğitim ve bilim modeli Batıdaki modeldir. Bunun için de iki şey yapılması gerekirdi: Bir oraya öğrenci göndermek, iki, oradan akademisyen transfer etmek. Her ikisi de yapıldı. Bu gün ortaya konulan bir sosyal bilim çalışmasının meşru bir çalışma sayılması için Doğulu akademisyenler Batılı meslektaşlarının onayına muhtaç hatta bağımlıdırlar. Bu bağımlılık aslında bir tür akademik emperyalizmi beraberinde getirmektedir.

Bugün akademide öğretmek, dikte etmek, ezberletip taklide yönlendirmek şeklinde bir eğitim anlayışı hâkimdir. Öğrencilere sürekli olarak okumaları önerilir ama düşünmeleri önerilmez. Oysa okumak kimi zaman da düşünmeyi engelleyen bir şeydir aslında. Eğitim sistemi yeni bir şey söyleme ihtiyacı hissettirmiyor öğrencilere. Ne ilk ve orta öğretimde ne de üniversitede. Ne de lisansüstü eğitimde böyle bir şey verilmemektedir. Bugün liselerde akademik başarı testlerdeki başarıya indirgenmiş üniversitelerde de akademik başarı makale sayısı ve sıralamasına indirgenmiştir. Türkiye'deki liselerin en büyük hedefi rakip liseler arasında sıralamadaki yerini yükseltmektir. Üniversitelerde de ne yazık ki bugün en büyük hedef, tek geçerli ve itibarlı bilim yapma şekli Batıda Avrupa ve Amerika'da öbeklenmiş sosyal bilim dergilerinin kriterlerine ve beğenilerine göre sıralamada yer kapmak. R. Guenon'un deyimiyle niceliğin niteliği egemenliğini yaşıyor insanlık. Metodolojisini ve kavramsal çerçevesini başka kültürden almış bir sosyal bilim anlayışının kalıplarıyla kendi kültür ve anlam dünyamızı şekillendirmek ve ambalajlamak kültürel dönüşüme ve yozlaşmaya hizmetten başka bir işe yaramayacaktır. Mevcut kültür politikalarını çöpe ata bir kültür rönesansı şart.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Taammüden Satanizm

   Şeytanın varlığı yanılgıyla başladı. Şeytanlığı da yanılgısında ısrar etmesindedir. Bilerek taammüden ve bilinçli bir şekilde hatada ısra...