TÜRKİYE’NİN SOSYAL BİLİM POLİTİKALARI-1
Mustafa Çevik Milat Gazetesi, 29.03.2016
SEKÜLER MEDENİYET ÇIKMAZI
Avrupa'ya ve Amerika'ya yüksek lisans ve doktora için öğrenci göndermenin anlamı en yalın anlamıyla şudur: Orada bilim gelişmiştir, bizde gelişmemiştir. Bizim oraya uzman göndermemiz gerekir ki oradan uzmanlar yoluyla alınan bilgilerle “muasır medeniyet” seviyesine çıkalım. Temel hedef “bilgi ve teknoloji transferi”dir.
Seküler Cumhuriyet projesi olan “yönü Batı'ya dönük olmak” konsepti Osmanlının yenileşme hareketleriyle birlikte başlamış ve günümüzde zerre değişiklik olmadan sürmektedir. Normalde Özal ve Erdoğan liderliğinde Türkiye'de bir paradigma değişikliğine gidildiği söylenebilir. Sumuel Huntingtun Türkiye'de Osmanlı'nın son döneminden miras alınan üç kıblesinin olduğunu söyler. Bunlar Mekke, Taşkent ve Brüksel'dir. Bilindiği gibi bu üç kent “Üç Tarz-ı Siyaset”in, sırasıyla, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılığı temsil eden kentlerdir. Cumhuriyet rejimi Türkçülüğün/Tura ncılığın ve Batılılaşmanın senteziyle yürütülen bir projeydi. Türkçülük meşruiyet referansı olarak kullanılıyordu. Batılılaşma ise Yani klasik “Batılılaşma” serüveninin bu dönemde bir oranda dönüştürüldüğü söylenebilir. Yani Batılılaşma ve Türkiye'de sermayenin dağılım şekli ve merkezleri, eğitim anlayışı ve çok sayıda sosyal politikalarda değişiklik olduğunu görmek mümkündür bu dönemde. Özal ila başlayıp Erdoğan ile devam eden “Anadoluluk” anlayışı ve eğilimi birçok alanda farklı düşüncelere, tutumlara ve yatırımlara neden oldu. Bu iki lider ile birlikte Türkiye'nin yönü her ne kadar Batı'ya dönük kalsa dahi bunun bir teslimiyet ruhu içinde yürüdüğünü söylemek zordur.
Cumhuriyet kurulduğunda üzerine bina edildiği Türkçülük/Turanc ılık ve Batıcılığın karşısında olan her şey devletin resmi politikasının dışında sayıldı, karşı çıkıldı hatta yasaklandı. Örneğin İslam dininin her türlü düşünce, değer ve medeniyet anlayışı dışlanmış ve din eğitimi Tevhid-i Tedrisat ile yasaklanmıştır. Benzer şekilde Türkçülüğün/Tura ncılığın karşısında yer alan Kürtler de Kürt kültürü de yok sayılmıştır. Buna benzer birçok alanda Özal ve Erdoğan ile birlikte zihniyet dönüşümüne gidildiğini rahatlıkla görebiliriz.
Ancak bütün bunlara rağmen devletin değişim yapmadığı veya yapmayı düşünemediği bir şey vardır. O da bilim anlayışıdır. Osmanlı son döneminde Batı'ya özellikle Fransa'ya gönderilen ve jön Türkler olarak isimlendirilen öğrenciler aslında bu dönemde de olduğu gibi “bilgi ve teknoloji transferi” için gönderilmişlerdi r. O dönemde olduğu gibi ilk başta söylediğimiz ön kabul, yani Batı'da bilgi ve teknoloji vardır ve onu ülkemize getirmek için oraya öğrenci göndermeliyiz anlayışı hala bu gün de devam etmektedir.
1961'den sonra yurt dışına öğrenci gönderme şeklinin Kalkınma Planına dahil edildiği görülüyor. Her Kalkınma Planında yurt dışına öğrenci göndermek için ayrılan bütçe ve belirlenen sayının ve programın yetersiz olduğu ve hedeflenen amaca ulaşılamadığı vurgulanmıştır. (Bak. Tuzcu, 2003)
Yüksek maliyetlerle finanse edilen öğrenci gönderimi olayının çoğunlukla Kalkınma Planlarındakine benzer çok da planlı yapılan bir iş olduğu söylenemez. Çünkü hangi öğrencinin nereye gideceği ve ne okuması gerektiği Türkiye'nin ne tür bir bilim anlayışının peşinde olduğu gibi sorulara yanıt verecek bir planlamanın yapıldığı bu gün bile söylenemez. Sadece branş itibarıyla ihtiyaç belirtilir ve o branşta “bir adet öğretim üyesi” olmanın dışında pek bir amaç belirtilmez. Burada ihtiyaç olan istihdam mukabilinde bir hocadır sadece. Ne üniversiteler, ne YÖK ve ne de Milli Eğitim Bakanlığı bilimsel bir projenin veya anlayışın çerçevesinde yapılan bir planlama doğrultusunda ihtiyaç belirlemez. O nedenle gönderilen öğrencilerin rast gele bölümlere gittiği ve bazen neredeyse keyfi olarak alan değiştirildiği sıkça görülen bir durumdur. Mesela teknoloji transferi konusunda güneş enerjisi sisteminde uzman olmak üzere falan üniversitenin filan bölümüne gönderilmek üzere şeklinde yüzeysel bir planlama bile yapılmamaktadır çoğunlukla. Böyle bir planlama yapılmadığı takdirde öğrenci gönderiminin çok da bilimsel bir etkinlik olduğu söylenemez. Böyle plansız bir belirleme olsa olsa sadece akademik kadro tahsisli bir yatırım olarak düşünülebilir.
Yurt dışına gönderilen öğrencilerin neredeyse yarısı çoğunlukla sosyal bilimler alanında lisans üstü eğitim için gönderilmektedir . İstatistikler genel olarak buna yakındır. Üstelik bir şekilde seçilmiş başarılı öğrencilerin yurda dönüşü de problemli. İstatistiklere bakıldığında neredeyse yüzde ellisinin yurda dönmediği görülüyor. (Bak. Tuzcu, 2003)
Bu yazının esas konusu sosyal bilimler alanında uzmanlık ihtiyacı için Batılı ülkelere öğrenci gönderilmesinin anlamı ve misyonu olacaktır. Yurt dışına öğrenci göndermenin, yukarıda söylediğimiz gibi, iki temel amacı olabiliri: birincisi teknoloji transferi, ikincisi ise bilgi transferidir. Her halde olsa olsa sosyal bilimler için gönderilen öğrenciler ile amaçlanan şey bilgidir. Bilgi transferi teknoloji veya teknoloji bilgisi transferinden farklıdır. Örneğin biyoteknoloji, iletişim teknolojileri, yeni malzemeler, uzay ve nükleer teknoloji gibi alanlarda teknoloji ve teknoloji bilgisi transferi için öğrenci göndermek ile örneğin ahlak, din, tarih gibi sosyal bilim alanları için öğrenci göndermek her halde farklı anlamlar içerecektir. Bunun için sosyal veya beşeri bilimler için öğrenci göndermenin misyonu yazının başında belirttiğimiz gibi doğru bilgi Batı'dadır ve onu almalıyız şeklinde düşünmek çok anlamlı değildir. Çünkü o tür bilimlerin içeriği ve yöntemi ideolojik ve inançsal paradigmadan arındırılmış olamaz. Yani sosyal bilimlerin çoğunlukla bulunduğu kültürün etkisiyle şekillendiği kimse tarafından inkar edilen bir durum değildir zaten. Kaldı ki bilim üzerine kurulan çok sayıda teori deneysel bilimlerin de çağının ve toplumunun bir şekilde etkisi altında olduğunu ileri sürer. Herkesin kendi ön kabullerine sahip olduğu varsayımıyla hareket ettiğimizde Batı'ya “bilgi” transfer etmek üzeri gönderilen öğrencilerin kendi kültürel yapısını ve ön kabullerini Bat'nın kültürel yapısıyla dönüştürmeye yönelik bir girişimde bulunduğumuzu unutmamalıyız. Peki gerçekten bilimler özelde sosyal bilimler ön kabullere ve kültürel etki altında şekillenmeye mecbur mudur? E. Rothacker bu konuda çok daha net ve keskin bir dil kullanır. Ona göre: “her yaratım belirli bir çağa aittir ve coğrafi olarak belirli bir mekanda bulunur. Onun üretici eylemi kaçınılmaz olarak perspektiflidir. Bir merkezi yere, bir kalkış noktasına sahip olmak ile bir perspektife sahip olmak zaten aynı şeydir… (insan) yaratmada daima bir merkezi yere, bir kalkış noktası- na, bir perspektife sahip olmak zorundadır… şüphesiz insan, belirli sınırlar içinde ve bir iç tehlike olmaksızın perspektiflerini pekala değiştirebilir. Ama o her zaman ancak bir perspektif içinde eyler ve yaratır” (Rothacker, 1990: 57). Rothacker perspektivizmin sadece sosyal bilimlerde değil deneysel bilimlerde de kaçınılmaz olduğunu düşünür. Şöyle: “bilimin nesne dediği şey, aslında görülmüş değil, öngörülmüş bir şey, kısacası bir X'tir. Dolayısıyla bilimin de facto nesne dediği şey de, belirli görüsel perspektiflerin altında saptanmış olan bir şey olmaktan kurtulamaz. Bunu saptadığımız anda, bilimin perspektiften bağımsız bir nesneden söz edebilmesinin, ancak, aynı bilimin yaşamın ve görünün dışındaki bir noktadan hareket ettiğinin kabulüyle mümkün olacağı açıktır. Bilim adamı nesne karsısında önce bir gözlemcidir. Bu demektir ki, o nesne ile arasına bir mesafe koymuş- tur. Dolayısıyla o nesneyi yalnızca kendi görüsü içinde gözlemekle de kalmaz; üstelik somut görünün dışında ve üstünde olan bir düşünücü bilme etkinliğine de başvurur. Demek ki o da, ilkece, yaşama praksisinin içinden hareketle bu praksisin dışından çıkmaktadır” (Rothacker, 1990: 57-58).
Bu çerçeveden bilimlerin kültürden ve medeniyetten bağımsız şeyler olduğunu söylemek zordur. Bilimler, özellikle sosyal bilimler, kaçınılmaz olarak içinde doğduğu kültüre ve medeniyete dayalı ön kabuller içerir. Bu durumda haliyle şu soru akla gelmesi gerekmez mi? Modern dönemin aydınlanmacı anlayışın devamı olan seküler yaşam tarzı Batı'da öğrenilecek veya oradan transfer edilecek bilimin kodlarında yer almayacak mıdır? Eğer bu soruya evet diye yanıt verilecek ise kuşkusuz ardından “'bütün evreni ve içindekileri' teist perspektiften okumayı emreden İslam kültürü ile bu seküler kültürün bilimi aynı olabilir mi?” sorusu doğal olarak önümüze gelecektir.
Eğer aynı değil ise seküler ve insan merkezli medeniyet üzerine kurulu bilimi transfer ederken Tanrı merkezli medeniyeti silmeye hizmet etmiş olmaz mıyız? Madem ki Batı bilimi Rönesans sonrasında insan yaşamında Tanrı merkezli ne varsa çıkarmaya çalışmış. Madem ki insan her şeyin ölçüsü kabul edilmiştir. Ve madem ki hukuk, ahlak, din, sanat ve edebiyatın temeline sadece insan konulmaya çalışılmıştır. Bütün yaşam alanını insanın yaratısı ve ürünü kabul eden bir varlık ve medeniyet anlayışına sahip olan kültürü ve ona dayalı bilimi transfer etmek, teknoloji hariç, toplumumuzda var olan değerleri yok etmekten başka bir şeye yaramayacaktır.
Batı'ya gönderdiğiniz öğrenciler eğer aldığı eğitimin temelinde insanı, aileyi, toplumu, devleti, ahlakı, hukuku ve benzeri bütün anlam dünyasını şekillendiren seküler bir bilim anlayışıyla donanıp gelecek ise bunun anlamı bizim sahip olduğumuz bu alanlardaki değerleri dönüştür demekten başka ne olabilir ki?
KAYNAKLAR:
- Bekir Karlığa, Din ve Medeniyet, Mahya Yayıncılık, 2013.
- Cemil Meriç, Kültürden İrfana, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, s. 119
- Eric Rothacker, Tarihselcilik Sorunu, Çev. Doğan Özlem, Ara Yayınları, İstanbul 1990.
- Gökhan TUZCU, “Lisansüstü Öğretim İçin Yurtdışına Öğrenci Göndermenin Planlanması,” Milli Eğitim Dergisi, Sayı 160, Ankara 2003.
- Josè CASANOVA, The Secular, Secularisations, Secularism, in Rethinking Secularism, (ed. Craig Calhoun), London 2011.