Samsatlı Lukianus’un Tarih Felsefesi Tarihçilikte Ahlaka İlk Çağrı
Miladi 120 ile 190 yılları arasında yaşamış olan Lucianus bir çok ilke sahiptir. İlk bilim kurgusal öykü yazarı, ilk yıldızlar arası savaş kuğusu yapmış, ilk tarih felsefesi ve metodolojisi yazmış, ilk defa Hıristiyanları İsa’yı tanrılaştırmakla suçlamış bir yazardır. Batı dü-şünce tarihinde çok etkili olmuş bir yazardır. Lucianus,en ciddi eserlerini bile ironi diliyle yazar. İroni Lucianus için bir yazma değil yaşam tarzıdır. “Savaş bütün kötülüklerin anasıdır” sözünü aktara-rak Ermenileri savaşta yenen halkının zafer sarhoşluğuyla herkesin tarihçi olduğunu söyleyerek, savaşın asıl kötü sonuçlarına işaret eder. (Lucianus, s. 172) Ona göre bu kadar kötü yazarın çıkması sa-vaşın kötülüğünün kanıtıdır. Bu ironik yaklaşımını ateşli hastalık sonucunda beyni olumsuz etkilenen ve sağlığını kaybedip trajedi oynamaya başlayan ortalıkta şarkı söyleyip gezen Abdera halkının durumuyla sürdürür. Ona göre Abdera’da bir hafta içinde bir çok tra-jedi sanatçısı türedi ama kafayı yedikleri için. (Lucianus, s. 171) An-cak arada ki fark şu: Abderalılar deliliklerinden trajedi yapıyorlardı bizim yazarlarımız akıllılıklarından her biri kendini birer Thukydi-des, birer Herodotos ve birer Xenophon sanmaya başlamışlar. (Luci-anus, s. 172) Lucianus Tarih Nasıl Yazılmalı isimli kitabın tarih ya-zan bu çılgınlara bir nasihat ve birkaç kural hatırlatması kabilinde olduğunu söylerken oldukça mütevazidir. (Lucianus, s. 173) Lucia-nus tarih yazanların çoğunlukla aklına estiği gibi yöntemsiz ve ku-ralsız yazdıklarını söyler, oysa tarih yazmak bu işi ciddiye alan için yazım çeşidinin en zor şekli olduğunu ileri sürer. (Lucianus, s. 173) Andromedia trajedisi diye isimlendirdiği bu çılgınlık halini benim-semiş tarihçilere hiç değilse bundan sonra çıkacak olan savaşları doğru yazmalarını öğütler.
Tarihçi Ahlaklı Olmalıdır: Kötü Tarihçilerin Kusurları Üzerine
Lucianus’a göre bir çok tarihçide bulunan ortak kusur, yönetici-leri, liderleri ve komutanları övmektir. Mensup olduğu ulusu ve li-derlerini göklere çıkarırken ötekileri aşırı şekilde kötüler yerin di-bine batırırlar kötü tarihçiler. (Lucianus, s. 175) Lucianus bu tarz tarih yazıcılığını “övgücü tarihçilik” olarak niteler ve övgü ile tarih-çiliğin tamamen birbirine ters olduğunu söyler. Çünkü övgücülükte amaç övdüğü kişiyi veya kişileri memnun etmek onların sempatisi-ni kazanmaktır. Bunun için yalan söylese de olur. Ama tarih tıpkı nefes borusu gibidir. Nasıl ki nefes borusu bir tek damla su kaldı-ramazsa tarih de bir tek yalanı kaldıramaz. O yüzden bu tür tarihçi-lerin hatırlamaları gereken bir kural vardır. Onlara şiirin, destanın amacı ve kurallarının tarihinkinden ayrı olduklarını hatırlatmak ge-rekir. Aksi durumda övgücülüğü yöntem olarak benimsemiş tarihin şiirden farkı olmaz. (Lucianus, s. 176) Şiirde aranacak erdemlerle tarihte aranacak olanları birbirinden ayırmamak, şiirin temeli sayı-lan masalın, övgünün abartmalarını tarihe sokmağa kalkmak büyük bir kusurdur. (Lucianus, s. 176) Bu tarihi metin ile edebi metin far-kını ortadan kaldırmaktır. Lucianus tarihi şiir gibi övgü ile yazmayı çınar gibi gürbüz, etleri sert bir güreşçiyi bir yosmanın al giysileriy-le donatıp yüzüne makyaj yapmaya benzetir. Böyle yaptığınız zaman güreşçinin onuru nasıl beş paralık olursa tarihi şiir tarzında yazdı-ğınız zaman tarihi hafifletmiş olursunuz. (Lucianus, s. 177)
Edebi metin yöntemini yani şiirsel övgüyü tarihe sokma gerek-çesini iki nedene bağlar Lucianus. Birincisi metni eğlendirici kıl-mak, ikincisi de metni öğretici yaptığına inanmaktır. Bu iki yöntem de tarih yazarının hakikatten kaçınılmaz olarak uzaklaştırır. (Lucia-nus, s. 177)
Tarih’in amacı Lucianus’a göre faydadır. Fayda da hakikattedir. Tabi övgü ve şiirsellik kendiliğinden faydayı ve hakikati içeriyorsa o ayrı bir güzelliktir. Tıpkı güreşçinin gücüne ve gürbüzlüğüne gü-zelliğin katılması gibi. Bu güreşçinin gücünden bir şey götürmez el-bette. (Lucianus, s. 176)
Tarihçi tarih yazarken övgüden kaçmalı ve okuyucuyu düşüne-rek yazmalıdır. Okuyucunun bir yargıç gibi hatta bir savcı gibi din-leyen, hiçbir sözü kaçırmayan kişiler olduğunu düşünmeli ve öyle yazmalıdır. Tarihçi tarihi metin yazarken bir sarraf duyarlılığıyla yazmalı ve şakşakçıların alkışlarını ciddiye almamalıdır hiçbir za-man. (Lucianus, s. 178) Tarihi metni masallaarla, övgülerle, öylesne aşırı yaltaklanmalarla tatlandıranlar bir süre egemenlerin kölesi ve oyuncağı olmaya mahkümdurlar. (Lucianus, s. 178) Lucianus ege-menlerin resmi tarih söylemlerini dillendiren tarihçiliğin utanç ve-rici ve sefil bir durum olduğunu her fırsatta belirtir. Bunu erdemsiz-lik olarak yorumlar. Kendi ulusunu, ırkını, dinini toplumunu övmek için tarih yazanların bilincini yitirmiş oyuncular ve şarlatanlar ol-duğunu söyler.
Lucianus yaltaklanma ve övgüye dayalı tarihçiliğe yazılmış bir kitapla ilgili hikaye anlatır. Dediğine göre Aristobulos Büyük İsken-der’in Poros’un savaşını anlatırken çok abartılı ve İskenderi öven bir dil kullanmış. Sonra bu kitabı İskender’e sunmaya çalışırken İsken-der Aristobulos’un elinden kitabı alıp nehire atar. (Lucianus, s. 180) Zaten övgü ve yalakalığa dayalı tarihi eserlerden ancak aptallar hoş-lanırlar Lucianus’a göre. Ona göre övgülü ifadelerle anlatılmasını isteyen kendini pohpohlanmasını isteyeler resimciye resim ısmar-larken “kuzum güzel olsun” diyen zavallı çirkinler gibidirler.
Lucia-nus bütün tarihçilerin bu tarzda tarih yaptığını ve tarihi kendisinin, ulusunun ve mensup olduğu kitlenin yararına dönüştürmeye çalışır-lar, der. (Lucianus, s. 180) Bu gün akademik tarih yazıcılığında bile tam olarak eleştirel bir tarihçiliğin ve hakikati ortaya çıkarma amaç-lı tarihçiliğin bir gelenek olarak sürdüğünü söylemek zordur. Tarih-çiler hala büyük oranda insanlar tarih yazarken ve araştırma yapar-ken peşinde oldukları şey kendi yaşam felsefelerine ve yaşam tar-zına uygun kanıt arama peşindedirler. Kendi ideolojik duruş ve tu-tumlarına payanda bulma gayretiyle tarihçilik yapılıyor denilebilir. Örneğin bir tür tarih araştırması sayılan Hadis araştırmalarına bak-tığımızda şiiler tarafından oluşturulan ve kullanılan hadislerin Şiilik düşüncesini besleyen “hadisler” olduğunu, Sünniler tarafından oluş-turulan ve kullanılan hadislerin de Sünnilik düşüncesinin besleyen “hadisler” olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Benzer durumu her alanda görmek rahatlıkla mümkündür.
Lucianus tarih kitaplarında sık rastlanan bir anlatım tarzına ör-nek verir: “Europos kendi yakınlarında düşmanlardan 70.236 kişi öldü. Romalılardan ise ancak yedi kişi ölmüş, yedisi de yaralanmış.” Böyle bir aktarma yaptıktan sonra şöyle der: “böyle uydurmalara inanacak sağdıyulu bir tek kişi bulunur mu, bilmem.” (Lucianus,s. 186) Lucianus tarihi olayları kendisi oradaymış gibi anlatan tarihçi-leri alaya alır oradaymış gibi tarih olaylarını resmetmeye çalışan tarihçileri şarlatanlıkla niteler.
Tarih Yazmada Yöntem
Lucianus,tarihçi olmak isteyen kişide iki temel erdemin bulun-ması gerektiğini söyler. Bunlardan biri politika işlerini anlamak di-ğeri de ifade yeteneği. Lucianus tarihçi olmak için öne sürdüğü şart-ları açıklarken sanki bir askeri tanımlıyor. Askeri bilgilere vakıf ol-mayı detaylı olarak bilmeyi şart koşmaktadır. Bu onun tarihi bir tür savaş tarihçiliği bağlamında aldığını gösterir. Örneğin medeniyet veya kültür tarihçiliği pek gündemi değil gibi görünüyor. “Evlerin-den hiç çıkmamış, ne bilirlerse hep başkalarından öğrenmiş kimse-lerden olmasın” derken bunu kast ediyor sanki. (Lucianus, s. 198)
Lucianus için tarihçi olmanın bir başka şartı da “her şeyden önce düşüncesinde bağımsız bir kişi olması gerekir. Kimseden korkma-yacak, kimseden bir umudu olmayacak; yoksa, ellerine biraz para sıkıştırıldı mı, şunun bunun dileğine hıncına araç olmaktan çekin-meyen yargıçlara döner. Gözü pek olmalıdır… İskender yavuzluk edip Klitos’u öldürmüş mü? Sonra bunun anlatılmasını istesin iste-mesin, tarihçi yılmadan yazmalıdır.” (Lucianus, s. 198)
Lucianus tarihçinin doğruyu anlatmasındaki haklılığı ve meşrui-yeti şöyle izah eder: “Atinalılar iyice düşünmeden bir işe girişmiş-lerse, o işin sonu kötü çıkmışsa suç tarihçide mi? Sağduyusu olan bir kimse çıkıp da ona: ‘sen bunları olduğu gibi söylememeliydin, söylemekle iyi etmemişsin!’ diyebilir mi? O yapmamış ki anlatı-yor… Olup bitenleri anlatmamakla, doğruyu söylemeyip de yalan uydurmakla bir iş düzeltilebilseydi, Thukydides de kalemiyle vurur Epipolai üzerine kurulmuş duvarı yıkar Hermokrates’in üç çifteli kayığını devirir… Thukydides öyle yazdı diye Glotha bir eğirdiğini yeniden eğirmez, Atropos da olayları değiştirmedi.” (Lucianus, s. 199)
Tarihçi olmanın bir başka şartı da, “olayları, oldukları gibi yaz-maktır:, … Tarihçinin sevmediği kişiler bulunabilir, ama o gene ka-munun iyiliğini düşünür doğruyu kendi hınçlarından üstün tutar sevdiği kimseler de vardır, ama sevdiklerinden birinin bir suçunu görürse onu da yazar, dostunu korumağa kalkmaz. Bir daha söyle-yeyim: tarihçinin biricik ödevi budur bence; tarih yazmağa kalkışan kişi yalız doğruyu göz önünde bulunduracak doğrunun bilinmesine çalışacak, başkaca bir kaygısı olmayacaktır; kendisini dinleyenleri değil, kendisi göçtükten sonra gelip yazdıklarını okuyacak olanları düşünecektir: biricik kural, tam ölçü budur işte” (Lucianus, s. 199-200)
Lucianus bu ilkeye bağlı olmadan tarihçilik yapan kişilerin o gü-nün şartlarını gözeterek yani konjuktörel bakarak yazdığını kabul ettiği için onların gerçek birer dalkavuk olduklarını ileri sürer. Buna Büyük İskender’in zamanının tarihçileri hakkındaki düşüncesini ak-tadır. Büyük İskender: “bugünküler beni övüp göklere çıkartıyorlar ama onların hepsi beni överek benim sevgimi kazanmaya çalışan dalkavuklardır” (Lucianus, s. 200-201/40) Lucianus bundan sonra Homeros’un yazdıklarını bu tarz dalkavukçu tarihçiliğe örnek verir.
Lucianus bir tarihçide olması gereken nitelikleri şöyle sıralar:
1-Korkmadan yazmak
2-Dürüst ve rüşvet yemeyen (İncorruptible)
3-Özgürce düşünmek
4-Özgürce konuşanın ve hakkın yanında olmak
5-Amacı olmak.
6-Güldürü yazarının dediği gibi: incire incir, kayığa kayık demek
7-Hıncının ve sevgisinin tutsağı olmamak
9-Acıdığı, saydığı ve utandığı için kimseyi korumamak
10-Tarafsız bir yargıç olup herkesin iyiliğini isteyen, kimse-ye hakkından çoğunu vermeyen
11-Yazılarında yurt nedir, kıral nedir bakmadan bir yabancı gibi davranmak
12-Kimseye bağlanmamak
13-Şunun bunun ne diyeceğine bakmadan olanı olduğu gibi anlamak (Lucianus, s. 57/41)
Thucydides, Lucianus’a göre, tarihçilik için bir kriter getirmiştir: iyi ve kötü tarih yazımı diye. Ancak ona göre Thucydides koyduğu bu ilkeye kendisinin de bağlı kalmadığını ima eder. (Lucianus, s. 57/42)
Tarihin Amacı
Tarihin başlıca amacı, hakikat olmalıdır. Hakikati, doğruyu açık-ça ve çekinmeden söylemelidir. Sıradan avam dilini de kimsenin an-lamadığı ağdalı dili de kullanmamalı, öyle bir üslup kullanmalı ki halk beğensin eğitimli kişiler de sevsin. Böyle yazılmalıdır tarih Lu-cianus’a göre. (Lucianus, s. 59/44) Tarihçinin üslubu da yaklaşımı da gerçekçi olmalı ayakları yere basmalıdır. Gereksiz yere coşkuya kapılırsa saçmalamaya başlar.(Lucianus, s. 61/45)
Tarihçi herkesten bilgi almamalıdır. Ya olayı doğrudan görenden yo da yalan söyleme ihtimali zayıf olan kişilerden almalıdır. Bu kaynaklar arasında da neye inanıp neye inanmaması gerektiğini se-çebilmelidir. Tarihçinin ustalığı burada ortaya çıkmalıdır. (Lucia-nus, s. 61/47) Tarihçiye düşen olayları tarafsızca anlatıp okuyanın olayları görmüş gibi hissetmelerini sağlamaktır. (Lucianus, s. 65/51) Tarihçiye şöyle seslenir Lucianus: “Tekrar tekrar söylüyo-rum, lütfen bu günün memnuniyeti ve alkışlarını düşünerek yazma. Gelecek için yazmayı hedefle. Kitabını gelecek nesillere yaz. Onlar senin için ‘Bu kişi gerçekten özgürmüş, dürüstmüş, kimseye yaran-mak için yazmamış’ desinler,” der. Aklı olan kişi bu günün umutla-rını bir tarafa bırakıp gelecekteki bu övgüleri üstün tutar. (Lucianus, s. 71/61) Tarihçi kendini doğru olana adamalıdır. Zamanında yaşa-yanların alkışlarına değil. Gerçek tarihçilik kuralı ve yasası işte bu-dur. (Lucianus, s. 72/63)
Hocalık hayatımda neredeyse her sınıfa sorduğum bir soru vardır. Şöyle: “sizce ahlak evrensel midir yoksa kişiye ve topluma göre değişir mi?” Bu soruya rahatlıkla, “tabi ki toplumdan topluma değişir” diye cevap alırım genelde.
Oysa ahlakı göreli kabul edersek yani ahlak kişiye ve topluma göre değişiyor ise o zaman ahlakın bir önemi kalmamış olur. Çünkü ahlak göreli ise birine göre ahlaksız olan ötekine göre ahlaklı olmuş olur.
Temelde her türlü kavramın, kurumun ve anlayışın temelinde iki türlü yaklaşımın olduğunu düşünüyorum.
Birincisi “değişim”, “ilerleme” gibi kelimelerle ifade edilen yaklaşım. Bu yaklaşıma göre her şey değişiyor insanlık da bu değişimden evrilerek gelişiyor. Buna göre insan için sabit bir değer korunması gereken bir şey yoktur. Maddi ve manevi her ne var ise insan zihninin tarih içinde gelişmiş ürününden başka bir şey değildir. Bu durumda eğer her şey insan ile birlikte gelişiyor ise bu insanı da içine alan bir değişim olduğu için insan için durağan ve korunması gereken bir durumun yok anlamına gelir.
İkincisi ise hayatta ne oluyor ise bunun insan ürünü gibi görünse bile insanda verili olanın bir sonucundan başka bir şey değildir. Yani eğer insan devlet kurumunu icat etmiş ise bu bir tesadüfün veya ihtiyaç sonucu bir keşif olmaktan çok bir zorunlu durumun sonucudur. Çünkü insan başı boş bir varlık değildir. Böyle bakılınca insan birinci yaklaşımdaki gibi doğanın kendiliğinden var olmuş bir ürünü değil bir amaçlılık içinde yaratılmış varlık olarak algılanır. Bu yaklaşımda bilginin amacı amac'ın bilgisidir denilebilir. Bu aşamadan sonra artık üretilen her türlü kavram ve kurumların söz konusu amaca uygun olup olmadığıdır.
Peki ikincisi yani amaçlılık (telos) kabul edilmez ise veya telos kabul edilip ona uygun bir duyarlılk geliştirilmez ise ne olur? Eğer insanın bir amaçla var olduğunu kabul etmez isek üretilen her şeyin tesadüf, şans eseri ve nihayetinde anlamsız olduğu sonucuna varmak durumunda kalırız. Öyle bir durumda hiçbir kavramın ve kurumun doğruluğundan veya yanlışlığından söz edilemez. Bu durum doğal olarak relativizme ve değer bunalımına ve karmaşaya götürür. Nitekim “her şey gider” sloganıyla sonsuz relativizmi yüce değer olarak sunan postmodernizmin en çok bu noktadan eleştirildiğini biliyoruz.
Eğer amaçsızlık değer relativizmine ve değer bunalımına neden olur ise sonuç ne olur?
Kimseye yapılan ve söylenen şeyin yanlış olduğunu söylemek için bir hareket noktamız olamaz. Yani bir zalim yönetimi eleştireceksek eleştirimizin bir dayanak noktası ve referans kaynağı olmak zorundadır. Aksi durumda iyi ve kötü ayrımı ve dolayısıyla iyinin tavsiyesi (emr bil ma'ruf) ve kötünün eleştirisi (nehy anil munker) imkansız hale gelecektir.
Peki iyi ve kötü ayrımını yapabilmek için hareket ettiğimiz her nokta ve her referans haklı ve geçerli midir?
Kuşkusuz hayır. Çünkü her hareket noktasının doğru kabul edilmesiyle hiç birinin doğru kabul edilmemesi arasında bir fark yoktur. Öyle ise referans noktasi yukarıda söylediğimiz gibi insana getirilen tanımla ilgilidir. Eğer insanın kendisini ve yaptıklarını evrenin bir uzantısı ve doğal bir parçası sayarsak ayrı, yaratılmış, bilinç ve sorumluluk sahibi bir varlık kabul edersek ayrı referanslara varırız. O zaman hayatı anlamlı hale getirmek için nasıl ki hareket noktası kabul edilen referanslara ihtiyaç var ise doğru referans ile yanlış referans ayrımının da önemli olduğunu söylemek durumundayız.
Doğru referans yaratılış amacına uygunlukta aranmalıdır. Ancak bu gün başta Türkiye olmak üzere Müslüman dünyasında referans değerler sekülerleştirildiği için kendi bilim, sanat, hukuk, ahlak ve devlet anlayışları arasında bir bütünlük yoktur. Tek referansı “Allah adına okumak” olması gereken Müslümanlar bu kurucu değere yeniden döndüklerinde devletin kuruluşu, eğitimin programlanması, bilim anlayışı vs. her alanda birbiriyle bağlantılı bir referans değere sahip olunmuş olur.
Sekülerlik Allah'a, inanılsa dahi, kendi hayatında yer vermek istemeyen bir tür pratik ateizmdir.